5. Duygusal bağ ve sahiplenmeyi gösteren davranış hangisidir? A) El ele tutuşma C) Gülümseme B) Tokalaşma D) Yakınında durma 6. Konuşma esnasında kimi ses ve sözlerin canlandırılmasına ne denir? A) Jest C) Taklit B) Kıskançlık D) Mimik 7. Aşağıdakilerden hangisi araç ve aksesuarları mesaj amaçlı kullanma nedeni sayılmaz?
BlogLabs, kişisel gelişim, psikloji, sağlık ve teknoloji gibi konuları ele alarak kişiselleştirilmiş makalelere yer vermektedir.
A Tanıdık kişi veya anneden uzak olmak. B) Aşina olunmayan ortamlar (örneğin, laboratuvar) C) Tanıdık figürle fizksel temasın olmaması. D) Tanıdık figürden yabancıya ciddi ve olumsuz duygusal tepkiler. E) Tanıdık figürden yabancıya pozitif ve destekleyici tepkiler.
3 Çocuk dünyayı keşfederken, korkmaya ve rahatsız olmaya başladığında, bir aile figürüne dönebiliyorsa, yani ona ulaşabiliyorsa, bu çocuğun kendini güvenli hissetmesini sağlayacak ve onu rahatlatacaktır. 4. Ebeveynlerin ulaşılabilirliği, çocuğa öğrenme ve keşfetme için güven temeli sağlamaktadır.
Busüreçte çocuklar, her bir davranışı uyum, özdeşleşme ve içselleştirme süreçlerinden geçirerek, bu davranışı kendilerine adapte eder ve bu sayede kendilerine özgü yeni bir dini davranış geliştirmiş olurlar. Her bir çocuğun dini gelişim sürecinde Allah, peygamber, ibadet, dua ve evrensel değer kavramlarının
Fast Money. Abone Ol İlgisiz ve aksi olarak bilinseler de kedilerin onlara bakan kişilerle duygusal bağ kurduğu öne sürüldü. Ancak bilim dünyasından itirazlar da gecikmedi. Kedilerin de aynı köpekler ve çocuklar gibi, onlara bakan kişilere duygusal açıdan bağlandığı belirtildi. Bilim insanlarının güvenli bağlanma’ olarak adlandırdığı bu ilişkide, bakıcının varlığı kedilerin çevresini keşfetme konusunda güvenli, emin, sakin ve hissetmesine yardımcı haberine göre, ABD'deki uzmanlar tarafından yürütülen araştırmada, 70 kadar yavru kediyle sahibi gözlendi. Her katılımcı kedisiyle bir odada iki dakika geçirdi, daha sonra orayı iki dakikalığına terk etti, son olarak iki dakika için tekrar odaya geri sırada kedilerin davranışlarını inceleyen araştırmacılar, kedilerin yüzde 64’ünün sahibiyle tekrar birleştiğinde daha az stres belirtisi gösterdiğini saptadı. Bakıcısı odaya dönen çoğu kedinin, sahibinin etrafında dolaştığını ve daha yakın temasta bulunduğu belirtildi. Araştırmayı kaleme alan uzmanlar, “Araştırma sayısının az olmasına rağmen, elimizdeki bulgular kedilerin sosyal biliş yeteneklerini hafife almış olabileceğimizi ortaya koyuyor” ifadelerini GELDİ HESABA KATILMAYAN UNSURLAR VARAncak araştırma bilim çevrelerinde itirazlarla karşılandı. İngiltere’de Veteriner Davranışsal Tıp alanında uzman olan Prof. Daniel Mills, araştırmanın bazı eksik unsurları olduğunu söyledi. Mills, araştırmacıların diğer olası bağlanma tiplerini göz önünde bulundurmadığını ayrıca kedilerin sahipleri dışında yabancı kişilere karşı nasıl tepki vereceğinin hesaba katılmadığını belirtti. Mills, kedilerin belli bir kişi yerine genel olarak herhangi bir insanın varlığına yakınlık göstermiş olabileceğine dikkat Trent Üniversitesi’nden Dr. Lauren Finka da yetersizlik konusunda Mills’e katıldı. Finka, “Çocukların ve köpeklerin aksine kedilerin bakıcılarıyla güçlü ve güvenli bir ilişki geliştirmeye dair doğuştan gelen bir ihtiyaçları olması pek olasılık dahilinde değil. Bu daha çok kedilerin kişilikleri, daha önceki sosyallikleri ve bizim onlara nasıl baktığımızla ilgili” yorumunu yaptı. Video haberler için YouTube kanalımıza abone olun
IŞIL CİNMENicinmen Rutgers Üniversitesi’nin 21 yüzyılın ilk 10 yılına dair yaptığı ve “Sex Without Strings, Relationships Without Rings” Bence münasip çevirisiyle- Koşulsuz Sevişmeler, Yüzüksüz İlişkiler adıyla yayımlanan araştırma sonuçlarına göre, büyük şehirlerdeki yeni ilişki türleri evlilik fikrine ya da romantik aşka odaklanmıyor. Cinsel karşılaşmalardan fazla bir bağın bulunmaması esasında süren bu yeni tür ilişkiler, kişileri karşılıklı rıza haricindeki ahlaki zorunluluklardan muaf tutuyor. Bir tür kapalı “sorma, söyleme” prensibine dayanıyor; yani hesap sormak, açıklama yapmak, anlatmak, üzüntüyü ya da neşeyi paylaşmak gibi duygusal bağ kurmanın neden ve sonuçlarından uzak erkek ve kadınlar, sevgi ya da aşk üzerine düşünmek yerine ilişkiler ve seks hakkında konuşmayı tercih ediyor. Sadakatin ahlaki bir zorunluluk olduğu klasik ilişkilerin aksine duygusal bağ bulunmayan cinselliğe dayalı ilişkiler, onlara özgürlüklerinin garantisini veriyor ve sıkıntıdan asıl değişim kadında. Evlenmek isteyen ya da “alabildiği kadarıyla yetinen”/“alabildiği kadarına uyumlanan” kadınlara şimdi seksi, aşka dönüştürmek için uğraşmayan ve ilişkilerinden bunu beklemeyen kadınlar eklendi. Bu kadınlar, alabildiği kadarıyla yetinmek yerine zaten istediğini alıyor ve seks yapmak istediği için utanmıyor, özür dilemiyor. Geçen hafta söylediklerini size ilettiğim Nazlı Doğuoğlu onların bir örneğiydi...Ancak Columbia Üniversitesi Psikiyatri Profesörü Dr. Anke A. Ehrhardt, kadın ve erkek arasındaki toplumsal cinsiyet rollerinin değişmesinin erkeği güvensizleştirdiğini öne şöyle söylüyor“Son dönemde yapılan Erkeklik çalışmaları’nda, erkeklerin yeni normlara adapte olamadıkları ve kuralları anlamakta zorlandıkları ortaya çıkıyor. Kadınların ilk adımı attığı ya da seksüel ilişkiyi başlattığı durumlar, erkeklerde endişeye sebep oluyor. Roller ters çevrilince, kadınların erkekleri cinsel oyuncak olarak kullandığı ve ilişkinin duygusal yükünü taşımak istemediği haller, erkeklerde güvensizlik yaratıyor.”Peki neden? Çünkü bu noktada geleneksel olarak “avcı” olan erkeğin "av olma" korkusu tetikleniyor. Bir erkek kadar girişken olma cesaretini gösteren kadın, erkeğin fethetme keyfini elinden alıyor ve belki de onu kadınsılaşmış hissettiriyor. Tek sorun bu gecelik ilişkilerden farklı olarak, tekrarlanan sekse dayalı “fuckbuddy” ya da “friends with benefits” durumu, siz ona “ilişki” etiketi takmasanız dahi psikolojik olarak bir ilişki türü ve duygulardan tamamen arındırılması zor. Pusuda bekleyen duygular, ilk röportajda da bahsedildiği gibi “mayınlı bir bölge” ve Freud’un dediği gibi, “Bastırılan her şey geri döner.” Şimdi Aşkın Halleri kitabının yazarı Psikoterapist Dr. Alper Hasanoğlu, bu ilişki durumlarının nasıl bir psikolojik alt yapısı olduğunu kavramamıza yardımcı olacak. Psikolojik olarak en ideal ilişki türü hangisi?Bu sorunuza Schopenhauer`in Kirpi hikayesiyle yanıt vermek isterim. Çok soğuk bir havada iki kirpi donmamak için birbirlerine sokulurlar. Üşümeleri geçince dikenlerinin canlarını yaktığını farkeder ve birbirlerinden uzaklaşırlar. Bu sefer de tekrar üşümeye başlarlar. Sonunda öyle bir mesafe bulurlar ki, ne donacak kadar üşürler, ne de katlanamayacak kadar canları yanar. Güzel... Yani her çift, kendine uygun mesafeyi kendi bulmak birlikte yaşar ama evlenmez, kimi evlenir çocuk yapmaz, kimi sevgili olur ayrı evlerde yaşar. Kesin olan tek şey, evlilik kurumunun artık birliktelik biçimlerinden sadece biri olduğu...İLİŞKİ YELPAZESİ Peki mesafe ihtiyacı fazla olan metropol insanlarının ne tür yeni ilişki biçimleri var?Burada, tanımlı bir bağlanma içinde olmak istemeyen bireylerden söz edeceğiz. İlişki türlerini bir spektrum gibi düşünürsek, tek gecelik ilişkiyi, bağlanmanın hiç olmadığı en uçtaki ilişki türü olarak değerlendirebiliriz. Spektrumun diğer ucunda bildiğimiz klasik evlilik yapısı var. Arada neler var?Tek gecelik ilişkide, yeni tanışan ve o gece veya takip eden birkaç gün boyunca devam eden bir ilişkiden bahsediyoruz. Bu durumda, bireyler birbirlerine iletişim bilgilerini vermek durumunda olmadıkları gibi, kimi zaman gerçek kimlik bilgilerini saklamayı bile tercih edebilirler.“Friends with benefits” klasik birlikteliğe en yakın olanıdır. İlişki, yalnızca cinsellik üzerine kurulu değildir. Eşler birbirleriyle vakit geçirmekten hoşlanırlar; yemeğe çıkarlar, sinemaya giderler, arkadaştırlar ama sonunda mutlaka cinsellik yaşanır. Klasik ilişkiden farkı ne?Klasik ilişkiden farkı, eşlerin birbirlerine karşı minimumda sorumluluk taşımaları. Birbirlerine “hayır” yanıtı verdiklerinde, karşı taraftan herhangi bir duygusal tepki gelmeyeceği var sayılır. “Fuckbuddy” ise yalnızca cinsellik odaklı olan, karşılıklı paylaşımın cinsellik sınırlarını çok ender aştığı, bir süreç boyunca devam eden ilişki türüdür. Bu tip ilişkiler yaşayan danışanlarınız ne tip sorunlarla geliyor?Etik nedenlerle bu soruya cevap vermem mümkün değil. Ama şunu söyleyebilirim, insanlar bu tür ilişki yaşadıkları için terapiye gelmezler. Başka sorunları olur fakat kişiyi tanırken bu tür bir ilişki tarzını, hayatının o evresi için benimsemiş olduğunu fark edersiniz. Bu ilişki türleri a priori patolojik değil; psikiyatrlar için bir sorun olarak görülebilmeleri, ancak kişinin hayatına ve ilişkilerine zarar vermeye başladığında mümkün. Yoksa bireylerin hayatlarını nasıl yaşayacakları yalnızca onların tercihidir. Bizler toplum polisi değiliz, olmamalıyız ADIMI KADIN ATINCA...Columbia Üniversitesi Psikiyatri Profesörü Dr. Anke A. Ehrhardt, kadınların ilk adımı attığı ya da seksüel ilişkiyi başlattığı durumların, erkeklerde endişeye sebep olduğunu söylüyor. Bu neden olabilir?Kadının özgür olduğu ve ilişkiyi cinsel anlamda domine ettiği durumlarda erkeğin kaçmaya meyilli olduğunu bir genellerme olarak doğru. Ama bu bütün erkekler için geçerlidir demek mümkün değil. Kadının cinselliğini rahatlıkla, istediği gibi yaşaması, cinsel isteklerini ifade edebilmesi erkeği ürküten ve zaten çoğunlukla var olan özgüven eksikliğini daha da artıran bir durum. Türkiye için konuşursak...Özellikle Doğu toplumları, örneğin Türkiye, erkekliği konusunda kulaktan dolma bilgiler nedeniyle eksiklik duygusu yaşayan, erkekliği konusunda yeteri kadar deneyim kazanmamış bireylerin çoğunlukta olduğu bölgeler. Bu nedenle rahat cinsellik yaşayan kadın, bu tip erkeği ürkütür. Karşılaştırılmaktan, terkedilmekten, küçümsenmekten korkar ve bunlarla baş etmekte zorlanacağı için kaçabilir. BİRBİRİMİZDEN NE BEKLİYORUZ?Anneanne/dede tipi kapalı evlilikler neden modern zamanda var olamadı?İlişkideki beklentilerimizin fazlasıyla değişmesi, daha doğrusu artması en önemli neden. Eşler artık birbirlerinden tek şey istiyor, her şeyi. Nasıl “her şeyi”?İyi bir sevgili, iyi bir dost, iyi bir baba/anne, iyi bir dinleyici, yeri geldiğinde eğlenceli, yeri geldiğinde ciddi olan, bütün sorunları çözebilen, başkaları tarafından da beğenilen ve takdir edilen bir eş olmalarını. Böyle biri olabilir mi?Hadi iyimser olalım, çok sık olmadığını söyleyelim. Bir başka neden de boşanma sayısının artması. “KABUL GÖRMENİN YOLU EVLİLİKTEN GEÇİYOR”Boşananların artması yeni boşanmaları tetikliyor mu?Paradoksal bir şekilde evet. Boşanmalar arttıkça insanlar boşanmanın, ayrılığın bir felaket olmadığını görüyor, deneyimliyor ve kendileri de boşanmaktan daha az endişe duyar hale geliyor. Daha çok konuşuldukça ve toplum içinde normal görüldükçe boşanmanın kendisi bir tabu olmaktan çıkıyor. Başka nedenler de var ama kapalı evlilik devrinin bitiyor olmasında en önemli iki neden buymuş gibi geliyor geçmişten gelen zorlama bir alışkanlık olarak değerlendirebilir miyiz?Kesinlikle hayır. Boşanmalar ne kadar artasa artsın, insanlar yine de evlenmek istiyor. Üstelik boşanan insanlar bile yeniden evlenmekten imtina etmiyor. Günümüz dünyasında birlikte olmanın ve toplum içinde kabul görmenin, sıkıntı çekmeden uyumlu bir hayat sürebilmenin en kolay yolu hala evlilikten geçiyor.“AÇIK EVLİLİK, KAÇINILMAZ SONDAN KURTARAMAZ”Açık evliliği nasıl tanımlıyorsunuz?Açık evlilik, eşlerin birbirleri dışında başka kadın/erkeklerle de açık bir şekilde yani eşinden gizlemeden ilişkiye girdiği bir tabiatına uygun mu?Güvenli bağlanma gereksiniminin doyurulmasının hiçbir şekilde mümkün olmadığı bu tür bir ilişkinin insan doğasına pek uygun olmadığını mi?Tabii ki evet, bizim metropollerimizde de bu tür ilişkiler görülmeye başladı. Ancak açık evlilik, kadın için de erkek için de uzun vadede sürdürülebilecek bir ilişki türü değil. Bitmiş ya da bitmekte olan bir ilişkiyi bir süre için renklendirebilir ama kaçınılmaz sondan SEVGİNİN KANITI MI?Kıskançlık, toplumsal olarak öğrenilmiş bir duygu mu yoksa içgüdüsel mi?Kıskançlık, toplumsal ve bireysel bileşenleri olan bir fenomen. İstanbul`da kıskançlık doğurmayacak bir davranış biçimi, Siirt`te ayrılık ve çatışmaya neden olabilir. Biri kendi özgüven sorunu nedeniyle kıskanılmayacak durumları da kıskanırken, bir diğeri kıskanılmak için uygun olmayan davranış biçimleri gösterebilir. İnsanın sahiplenme/sahiplenilme ihtiyacını yenmesi mümkün mü?İnsan, kaybetme korkusu olan bir canlı. Bu nedenle sahiplenmeyi bir başa çıkma stratejisi olarak geliştirebilir. Her birey, kendi kıskançlık duygusuyla nasıl başa çıkabileceğini kendi ilişkisine özgü bir şekilde öğrenmek zorunda. Bazı çiftler kıskançlığı, sevme ve sevilmenin bir kanıtı olarak görüyor. Başka çiftler, üzerlerinde bir baskı unsuru olarak olumlu, geliştirici tarafları var mı? Sanmıyorum. BU İLİŞKİ NEREYE GİDİYOR DİYE SORMADAN ÖNCE...“Bu ilişki nereye gidiyor?” sorusunu -ya da sorununu diyelim, psikolojik olarak değerlendirir misiniz?“Bu ilişki nereye gidiyor?” ya da “Bana ne zaman evlenme teklif edeceksin?” Çoğu ilişkide erkeklerin eninde sonunda muhatap oldukları ve beklerken korktukları sorular... Bu formlar, aslında tehdit de içeriyor. Oysa bu sorudan önce iki tarafın da şu soru üzerine düşünmesi gerek Bir ilişkinin iyi olması için mutlaka bir yere gitmesi mi gerekir? Durduğu yerden memnunsak, “bir yere gitmeyen” bir ilişki de iyi kabul edilemez mi?
Duygu; insana has ve insanın içinde bulunduğu durumu anlatan bir sözcüktür. mutlu-mutsuz, öfkeli-korkulu-coşkulu gibi… Düşüncelerden kaynaklanan duygular yaşantısal eylemlerle değişkenlik gösterir. Sınavına yeterince hazırlanabilmiş bir öğrenci ile hazırlanamamış bir öğrencinin sınav ortamını farklı algılaması düşüncelerden kaynaklanır ve fizyolojik belirtilerle de gözlenebilir. Birisi için aynı ortam heyecen veren bir yarış gibi algılanırken diğeri için bir tehdit veya tehlike gibi algılanabilir. Kimisinde güven, umut, heyecan yaratırken kimisinde de sıkıntı, kaygı ve korku yaratır. Duygular, bilişsel ve fizyolojik tepkilerle ortaya çıkar ve davranışları belirler. Hayranlık, gurur, heyecan, sevgi, aşk, coşku gibi duyguların yanında haset, kıskançlık, korku, nefret, öfke gibi yakıcı zorlayıcı duygular da vardır. Bugün varlığı ile kişiyi zorlayan, bunaltan ve sonunda istenmeyen davranışlara götürebilen yakıcı duygulardan kıskançlık tan bahsetmek istiyorum. Kıskançlık; hemen her yaşta, her kültürde ,her insanda varolabilen bir duygudur. Uzun yıllardan bu yana felsefe, edebiyat, sosyoloji, antropoloji, klinik psikoloji ve sosyal psikolojinin konuları arasında yer almıştır. 1948-1980 Kurt Lewin kıskançlığın ; “karmaşık bir duygu oluşunu yalın bir kavram ve duygu değil,duygular ve tepkiler karmaşasıdır” diye açıklamıştır. İlişkiler açısından kıskançlık önemli ve değer verilen bir kişinin başka bir kişiyle ilişki kurması ya da kurulabilir kaygısıyla başlayan, öfke, mutsuzluk ve korku duygularıyla beslenen yakıcı bir duygudur. İlişkiler söz konusu olduğunda, kadınlar mı? erkekler mi? daha kıskançtır? sorusuna kıskançlıkla cinsiyet arasındaki ilişkiyi ölçmek için Pines ve Aronsan 1983 bir araştırma yapmışlar ve kıskançlık düzeyi açısından bir farklılık bulamamışlardır. Kıskançlık ve yaş arasında da araştırmalar yapılmıştır. Bu araştırmalardan bazılarına göre anlamlı, bazılarına göre de anlamsız bir ilişki korelasyon vardır. Ancak zihinsel, nörolojik, bellek sorunları baş gösteren ileri yaşlarda kıskançlık hezeyanları yaşayanların, eşlerini oğullarından hatta torunlarından kıskandıklarını gözlemekteyiz. White’ın kıskançlık duygusunun düşük benlik saygısı ve yetersizlik duygularının sonucudur varsayımını bazı araştırmalar desteklerken, bazı araştırmalar da kıskançlık ile düşük benlik saygısı ve yetersizlik duygusu arasında anlamlı bir ilişkinin bulunmadığını göstermektedir. İlişkiler açısından bakıldığında, kıskançlıkla baş etmede şu iki noktadan söz edebiliriz. 1-İlişkiyi korumak 2-Benlik saygısını korumak Bryson da 1991 yılında yaptığı araştırmada bu iki yönde hem kadınların hem de erkeklerin benzer çabalar içinde olduğunu saptamıştır. Çeşitli araştırmaların sonuçlarına bakarak söyleyebiliriz ki; genel olarak kadınların daha çok duygusal, erkeklerin ise saldırganlığa dayalı fiziksel tepkiler verdiklerini gözlemekteyiz. Bağırma, küfür, tehdit, takip, fiziksel şiddet, kısıtlama, ilişkiyi bitirme, cana kast gibi…. İlişkideki doyum arttıkça ve ilişkini süresi uzadıkça kıskançlığın azaldığını hem araştırma sonuçlarına hem de gözlemlerimize dayanarak söyleyebiliriz. İlişkinin türü de evli veya evli olmamak kıskançlık duygusunun şiddeti, süresi, verilen tepkiler açısından farklılıklar göstermektedir. Evli olmayanların evli olanlara nazaran daha fazla duygusal ve bilişsel tepkiler verdikleri, querreo ve arkadaşları 1993'de yaptıkları araştırmada evli olmayanların evli olanlara kıyasla daha fazla yıkıcı baş etme yöntemlerine başvurduklarını saptamıştır. Buunk 1981'de yaptığı araştırmada evli olmayanların evli olanlara göre daha fazla kıskançlık gösterdikleri sonucuna varmıştır. Toplumda kıskançlık duygusunu daha çok erkeklerin yaşadığı inancından yola çıkarsak;eşini, sevgilisini, nişanlısını kaybetme korkusu yoğun kıskançlık duygusu yaratır ve giderek artan kıskançlık duygusu eleştiri, yargılama, suçlama, kısıtlama, herşeyine kıyafetine,arkadaş, aile, dost ilişkilerine,işine,mesleğine müdahalelerle kadına zarar vermeye başlar. Hakaret, şiddet ve cana kasta kadar gider. Aşırı ilgi ve vericiliğin, sevgisini aşırı jestlerle gösteren davranışların altında da partnerini kaybetme korkusu yatar diyebiliriz. Eşine sevgisini, ilgisini göstermeyi zayıflık olarak gören ve böyle koşullanan erkek, güçlü görünmek adına kaygı ve korkularını saklayacak, olumlu, güzel duygularını da kadınını şımaracağı, onun tarafından kullanılabileceği düşüncesiyle paylaşmayacaktır. Kadın önemsenmediği, anlaşılmadığı, sevilip beğenilmediği duygusuyla; erkek de kaybetme korkusuyla paylaşımı az olan döngüsel ve kısır bir ilişki içinde mutsuzlukları biriktirmeye başlayacaklardır. Bu mutsuzluklar ve doyumsuzluklar, yalnızlıkları ve ayrılıkları, boşanmaları getirebilecektir. Kıskançlık hemen her insanda derece farkıyla bulunan bir duygu olup, özellikle romantik ilişkilerde çoğu insanın en azından bir kez hissettiği bir duygudur. Kıskançlık; gerçek bir nedene dayanıyor ise sağlıklı, gerçek bir nedene dayanmıyor ise sağlıksız bir kıskançlık diye nitelendirilebilir. Sağlıksız kıskançlık; ilişkilerde ilişkiyi zorlayan, riske eden en önemli sebeplerdendir. Kıskanan kişi yoğun bir kaygı,korku,öfke üçgeniyle , kıskanılan kişi de kontrol edilmenin, baskı ve kısıtlamanın sıkıntısıyla bunalır ve ilişki içinden çıkılamaz bir hal alır. Toplumsal koşullanmalar dozunda kıskançlığı destekler. İlişkinin başında ilişkiye sahip çıkılmak, önemsenmek, arzu edilmek, benimsenmek, kabul görmekle eşleştirilen kıskançlık oyunları hoş görülebilir, ancak patolojik, marazi kıskançlığa giden davranışları sergileyen kişileri uzak durulması gereken partnerler,kişiler olarak görmek gerekir diyebiliriz. Kıskançlık çok can acıtıcıdır. Çünkü; kıskançlıkta kıyas, karşılaştırma vardır. Bir başkası -daha güzel, -daha alımlı, -daha akıllı, -daha zeki, -daha başarılı, -daha imkanlı, -daha zengin, -daha çok istenen ve tercih edilendir…… Bu duyguyla baş edebilmesi için kişinin kendi özsaygısını kazanabilmesi,kendi özelliklerini, güzelliklerini, başarılarını görmesi farkındalık kazanması ve destek alması gerekir. Bu desteği sağlayacaklar yakın aile çevresi, dost ve arkadaşları, önemli destek gruplarıdır. Elbette psikoterapinin önemini de göz ardı etmeden, kişinin kendi isteğiyle bir danışmadan psikoterapi alması başarıyı arttıracaktır. Dilek Doğu, Uzman Psikolog - DBE Yetişkin ve Aile Psikolojik Danışmanlık MerkeziDBE Yetişkin ve Aile Psikolojik Danışmanlık Merkezi Bizi Arayın Terapistlerimiz
Duygusal bağları derin ve kalıcı bağları olduğu uzay ve zaman içinde başka bağlantı bir kişi. Bir kişinin hayatındaki önemli duygusal ilişkilerin çoğunda ortaya çıkan bir olgudur. Duygusal bağların en çok çalışıldığı alan ebeveynler ve çocuklar arasındaki ilişkilerdir. Tamamen ebeveynlerine bağımlı olan küçük çocuklar, onlarla genellikle bağlanma olarak bilinen bir tür bağ geliştirir. Bununla birlikte, duygusal bağlar hayatın diğer birçok alanında ortaya çıkabilir. Son zamanlarda, aile alanında yapılan keşifler, ilişkiler veya arkadaşlık gibi başkalarına da yansıtıldı. Yeterli duygusal bağların oluşması, insanların zihinsel ve duygusal istikrarı için büyük önem taşır. Çocukluk döneminde gelişen bağlanma türü, bireyin yaşamı boyunca bir dizi sonuç doğuracaktır. Duygusal bağlar nasıl gelişir? Bağlanma teorisi esas olarak 1960'larda duygusal bağ olgusunu incelemeye başladığımda, neler olduğunu açıklamaya yönelik bir girişimde bulunulan çeşitli yaklaşımlar ortaya çıktı. Bu dönemdeki araştırmacılar, öncelikle anneler ve yeni doğan çocukları arasındaki ilişkiye odaklandı. Bununla birlikte, daha sonra, ilişkiler veya arkadaşlık gibi birçok başka duruma yansıtılabilecekleri keşfedildi. Bağlanma bağlarının ortaya çıkmasının ilk açıklaması, klasik bir koşullandırma sürecinden kaynaklanmalarıdır. Anne-çocuk ilişkileri söz konusu olduğunda, çocuğun ona yiyecek sağlamak için bakıcısına ihtiyacı vardır. Bu nedenle, anne zihninde kendini hızla hayatta kalmakla ilişkilendirirdi. Bununla birlikte, Bowlby bağlanma teorisinin yaratıcısı duygusal bağların ortaya çıkmasının evrimsel bir nedeni olması gerektiğine inanıyordu. Onun hipotezine göre, çocuklar birincil bakıcılarıyla bu bağları kurma konusunda önceden belirlenmiş bir eğilimle doğacaklardı. Bunun nedeni, tarih boyunca bağlanma figürlerine yakın kalan çocukların daha fazla koruma ve rahatlık görme eğiliminde olmalarıdır; ve bu nedenle, yetişkinliğe canlı olarak ulaşma şansları daha yüksektir. Dolayısıyla doğal seleksiyon, bu bağlantıların nesilden nesile aktarılmasına neden olmuştur. Eğitim Araştırmacılar Peggy Emerson ve Rudolph Schaffer, 60 çocuk üzerinde yapılan boylamsal bir çalışmada bağlanma bağlarının nasıl ortaya çıktığını inceledi. Bunlar yaşamlarının ilk yılında her dört haftada bir gözlemlendi; ve son olarak, yine 18 aylık olduklarında. Emerson ve Schaffer, gözlemlerine dayanarak, bağın dört aşamadan geçtiğini keşfettiler ön bağlanma, ayrım gözetmeyen bağlanma, ayırt edici bağlanma ve çoklu bağlanma. Her birini aşağıda göreceğiz. Ön bağlantı aşaması Bu aşama, çocuğun doğumundan yaklaşık üç aylık olana kadar uzanır. İçinde çocuklar bakıcılarına herhangi bir bağlanma belirtisi göstermezler. Bağlanma öncesi aşamadaki bebekler ağlama, sosyal gülümseme ve diğer doğuştan gelen mekanizmalar yoluyla yetişkinlerin dikkatini çekecektir. Çocuğun çağrılarına yanıt verirlerdi ve bebeğin olumlu yanıtları onların farkında olmalarını sağlardı. Ayrım gözetmeyen bağlanma aşaması Yaklaşık üç aydan yediye kadar çocuklar, bakıcılarının yanında olmayı tercih etmeye başlar. Bu aşamada bebek, anne babasının veya ona bakan kişilerin ihtiyaçlarına cevap verebilecekleri hissini geliştirmeye başlar. İkinci aşamada, çocuklar hala yabancıların bakımını kabul ederler; ancak, aşina oldukları ve olmadıkları kişiler arasında şimdiden ayrım yapmaya başlıyorlar. Tepkileriniz birinci basamak bakıcıya genellikle anne karşı daha olumlu olacaktır. Ayrımcı bağlanma aşaması Yedi aylıktan bir yaşına kadar çocuklar, birincil bakıcılarını güçlü bir şekilde tercih ederler. Şu anda, bebek yabancıların yanında çok güvensiz hissediyor ve onu birinin eline bırakırlarsa protesto edecek. Öte yandan, çocuklar birincil bakıcılarından ayrıldıklarında kaygı göstermeye de bu aşamadadır. Ayrılık kaygısı olarak bilinen şey budur. 4- Birden çok ek Bu son aşamada, çocuklar zaten birincil referans figürleriyle bağlanma bağını tam olarak geliştirdiler. Artık hayatlarında da önemli olan insanlarla başka duygusal bağlar kurabilirler. Bu nedenle, bazen dokuz aylıkken bebekler, anneye veya birincil referans figürüne ek olarak diğer bakıcıları da tanımaya başlar. Bunlar baba, büyükanne ve büyükbabalar, kardeşler, ailenin yakın arkadaşları olabilir … Türleri Hem anne-çocuk ilişkileri alanında hem de bir çiftin ilişkilerinde, geleneksel olarak dört tür duygusal bağ tanımlanır güvenli, kararsız, kaçınan ve düzensiz. Her birinin kişinin hayatında farklı sonuçları olacaktır. Güvenli bağlanma Güvenli bağlanma temel olarak, bebek ana bakıcısından ayrıldığında anksiyete belirtilerinin ortaya çıkması ve geri döndüğünde sevinçle karakterizedir. Bunu geliştiren çocuklar ebeveynlerine güvenir ve onlara güvenebileceklerini hissederler. Böylece, bakıcı ayrıldığında çocuk kızgın görünür, ancak sonunda geri döneceğine güvenir. Öte yandan, korktuğunda bebek güvenini yeniden kazanmak için annesini veya referans figürünü kullanır. Bu çocuklar bakıcılarına, ihtiyaç zamanlarında onlara ulaşacak kadar güvenirler. Çiftin aleminde, bu tür bir bağlılık gösteren insanlar kendilerine ve diğerine güvenirler. Bu nedenle kıskançlık ya da güvensizlik göstermeme eğilimindedirler, ötekine çok yer bırakırlar ve genellikle çok fazla sorun yaşamadan çok sakin ilişkiler kurarlar. Kararsız bağlanma İkinci bağlanma türü, anne ve çocuk arasındaki ikili ilişkiyle karakterizedir. Bebeğin hayatta kalmak için bakıcısına ihtiyacı vardır; Bununla birlikte, ona güvenemez, çünkü ona her zaman onu korumak için orada olmayacağını birçok kez göstermiştir. Bu çocuklar, anneleri ayrıldığında büyük stres gösterirler, ancak bakıcı onlarla birlikte döndüğünde de kaybolmaz. Daha utangaç bebekler olma eğilimindedirler, yabancılardan korkarlar ve keşfetme ve oynama konusunda daha az kendilerine güvenirler. Çiftin dünyasında, bu bağlanma tarzına sahip kişilerin diğerleriyle aşk-nefret ilişkisi vardır. Genelde çok güvensizdirler ve ona güvenmezler; ancak duygusal olarak iyi hissetmenize ihtiyaçları var. Bu nedenle, partnerlerinden birinin bu bağlanma stilini sergilediği çiftler birçok sorun, kıskançlık, drama ve güvensizlik yaşama eğilimindedir. İlginç bir şekilde, kararsız bağlılığı olanlar, kaçınmacı bağlanma ile insanlarla çıkma eğilimindedir. Kaçınan bağlanma Kaçınan bağlanma, çocuğun birincil bakıcısı ile tamamen yabancı biri arasında tercih eksikliği ile karakterizedir. Teori, bebeğin ebeveynlerine güvendiği önceki durumlarda cezalandırılmış olmasıdır. Yani şimdi bununla kendi başına başa çıkması gerektiğini düşünüyor. Bu nedenle, bu tür bağlanmaya sahip çok küçük çocuklar söz konusu olduğunda, bakıcı yanından ayrıldığında herhangi bir stres belirtisi göstermezler ve geri döndüklerinde herhangi bir şefkat belirtisi göstermezler. Genel olarak bunlar, ebeveynlerin çocuklara duygusal olarak istismar ettiği durumlardır. Aşk ilişkilerine gelince, aynı belirtiler kaçınan insanlarda da mevcuttur. Partnerlerini sevdiklerinde bile, taleplerinden bunaldıklarını hissetme ve ondan sürekli olarak geri çekilme eğiliminde olacaklardır. Bu kaçınmacı davranış, diğer kişinin kendini çok güvensiz hissetmesine neden olur. Genel olarak, kaçınan kişi kararsızlıkla çiftleşme eğilimindedir; ve ilişkileri her türlü problemle şekillenir. Dağınık Bağlanma Düzensiz bağlanma, dördünün en az yaygın olanıdır. Kaçınan ve kararsız kalıpların bir karışımından oluşur. Normalde, bakıcıların zaman içinde sabit kalmayan bir davranış biçiminden kaynaklanır. Çiftin dünyasında, düzensiz bağlılığı olan insanlar fiziksel yakınlık, ancak duygusal mesafe arama eğilimindedir. Genel olarak, bu tür bir ilişki yalnızca istismar vakaları varsa ortaya çıkar. Örnekler Farklı bağlanma türlerinin örnekleri, en iyi şekilde çift alanında tanınabilir. Burada dört tipin her birini sunan bir kişinin çok yaygın bir duruma nasıl tepki vereceğini inceleyeceğiz Partnerleri onlarsız partiye gidiyor. Güvenli bir bağlılığı olan bir kişi hiç umursamaz. Hem kendinize hem de partnerinize güvendiğiniz için, bunu tamamen normal ve bir bağımsızlık işareti olarak görürsünüz bunu olumlu olarak değerlendirirsiniz. Aksine, kararsız bağlılığı olan biri, partnerinin artık onu sevmediğini açık bir semptom olarak görecektir. Onun yerine geçecek birini bulacağını ya da bıktığı için onu unutmak istediğini düşünürdü. Kaçınan bağlılığı olan biri farklı tepki verirdi. Partnerinizin size sadakatsiz davranmak istemesinden endişelenebilirsiniz; ama gizlice ondan bir gece uzaklaşabildiği için rahatlayacaktı. Genel olarak, bu bireylerin ilişkilerinde baskın olan duygu, bunaltıcılık duygusudur. Son olarak, düzensiz bir bağlılığı olan biri, farklı zamanlarda kaçınan veya kararsız tepkiler gösterebilir. Referanslar "Bowlby, Ainsworth ve Bağlanma Teorisinin Hikayesi" Very Well Mind. Alındığı tarih 26 Haziran 2018, Very Well Mind'dan "Bağlanma Teorisi" Simply Psychology. Alındığı tarih 26 Haziran 2018, Simply Psychology'den "Sevgi bağları, tarzınız nedir?" tr Zihin Harika. Alındığı tarih 26 Haziran 2018, La Mente es Maravillosa'dan "Duygusal bağlar nelerdir? Sağlıklı bir çocukluğun önemi" içinde Kendi kendine yardım kaynakları. Erişim 26 Haziran 2018, Kendi Kendine Yardım Kaynaklarından Wikipedia'da "Bağlanma Teorisi". Alındığı tarih 26 Haziran 2018 Wikipedia'dan
Fotoğraf Cinemanoir Ph, Unsplash Hepimiz duygusal olarak olgunlaşmamış birini tanıyoruz. Nasıl dinleyeceklerini bilmiyorlar, onlar hakkında her şeyi yapıyorlar, çocuk gibi davranıyorlar. Doğal içgüdümüz, bu tür insanlara "yaşlarına göre davranmalarını" söylemektir. Ama bunu yapmakta yanlış olabiliriz. Klinik Psikolog Susan Heitler'e göre , bu insanlar, düşündüğümüzün tersine şimdiden yaşlarını gösteriyor olabilirler. Fiziksel ve Psikolojik Çağımız arasında önemli bir ayrım yaparak bu iddiayı haklı çıkarır . Fiziksel yaşımız, doğumumuzdan bu yana geçen yılların sayısı ile sayılabilir - boy, güç ve bilişsel işlevlerle ilişkilidir. Aksine, Psikolojik yaşımız duygusal alışkanlıklarımız ve tepkilerimizle belirginleşir. Bu temel tartışmanın gösterdiği gibi, başkalarına "yaşlarına göre davranmalarını" söylemekte hatalıyız. Tek bildiğimiz, ne olursa olsun fiziksel görünüm, onların olgunlaşmamış davranış olabilir çünkü onların Psikolojik yaş. Psikolojik yaşınızı belirlemek zor olabilir. Hepimiz duygusal olarak olgun olduğumuzu düşünmeyi severiz, ancak gerçek şu ki, her birimiz kendimiz hakkında önyargılıyız. Bunlar aynaya baktığımızda gördüğümüz kişiyi etkiler. Psikologlara göre, onlar o kadar sağlam bir yapıya sahipler ki, tıpatıp aynımızı bir trende görürsek; muhtemelen onları tanımazdık. Kendini nasıl algıladığına rağmen, çocuksu bir yetişkin olmadığına emin misin? 1. Kendileri Dışındaki Herkesi Suçluyorlar Duygusal olarak olgunlaşmamış insanlar, hatalarının sorumluluğunu üstlenmezler. Aslında, Healthline'dan Cindy Lamothe'a göre , kendileri dışında herkesi ve her şeyi suçluyorlar. Hepimizin kim olduğumuza dair önyargılı bir şeması var . Ne yazık ki, duygusal olarak olgunlaşmamış olanlar yeteneklerini ve temel niteliklerini aşırı abartmaya meyillidir Psikologlar buna Yanıltıcı üstünlük diyorlar . Ve bu önyargılı ve yanlış şemayı sürdürmek için, genellikle onay önyargısı yaşarlar . İşler yolunda gitmediğinde , varsayılan yetenekleriyle çelişmeden ve onları sorumlu tutmadan durumu açıklayan yanlış bir anlatı yaratırlar . Hesap verebilirlikten kaçınmanın birçok biçimi vardır İstemeden standartları düşürmek ve kendinize vasat bir şeyin kabul edilebilir olduğunu söylemek. Kendinize dayattığınız son teslim tarihlerinizi ve beklentilerinizi, onları kaçırdığınızda uzatın. Kendinize, iş tamamlandığında hedeflerinize ulaştığınızı söylemek. Görünürdeki başarısızlıklarınız için başkalarını veya koşulları suçlamak. Bu Özelliği Nasıl Önleyebilirsiniz? Hayali Üstünlükten kaçınmanın hızlı ve kolay bir kısayolu yoktur. Yetenekleriniz konusunda gerçekçi olmanız ve eksikliklerinizin üstesinden gelmeniz yeterlidir. Liderlik Koçu Kathy Kaprino'ya göre , bunu şu şekilde yapabilirsiniz Bir görevin ortasında durup kendinize "Bu sorunu çözmek için neye katkıda bulunuyorum?" Sorumluluğu başkalarına yüklemeyi veya dış faktörleri suçlamayı bırakın. Sorunun değil çözümün bir parçası olmayı hedefleyin ve sorunu yaymak için neler yapabileceğinizi bulun. Bir şeyler yazıyorum. Girişimci Jonathan Long , somut olmayan bir hedefe sahip olmak yerine , fiziksel olarak var olan hedefler yaratmamız gerektiğini söylüyor. Bunu yaparak, sonuçlarımızı karşılaştırabileceğimiz fiziksel bir şeyimiz var. Eğer başarırsak, bazı şeyleri aşabiliriz. Başarısız olursak, teslim tarihlerimizi yeniden yazma ve uzatmada sorumluluk almalıyız. Gerçek bir özür dilemek. En çok satan yazar Dr. Harriet Lerner'e Neden Özür Dilemeyeceksiniz göre , çoğumuz özür dileklerimize uyarılar ekleyerek sorumluluktan kaçınıyoruz. "Üzgünüm ama ..." Ama bu sözler iyiden çok zarar veriyor - eylemlerinizi reddediyorlar ve haksızlığa uğrayanların duygularını doğrulamıyorlar. Düzgün bir şekilde özür dilemek, hatalarınızın üstesinden gelmek, hatalarınızın farkına varmak ve gerçek pişmanlık duymak. 2. Zayıf Dürtü Kontrolü Var Heitler'e göre , duygusal olarak olgunlaşmamış çocuklara benzer şekilde davranır. Sakin davranıp bir dakika toparlayabilirler ve ertesi gün tamamen mantıksız ve nevrotik bir şeyler yapabilirler. Yaralandıklarında dikkat çekerler, sonuçları hakkında düşünmeden pervasızca bir şeyler yaparlar ve söylerler. Başkalarının bakış açılarını dinlemek yerine, fazla düşünmeden araya girmeyi tercih ederler. Kısacası, diğerlerinden farklı olarak, duygusal olarak olgunlaşmamış olan dürtü üzerine hareket eder . Sonuçları düşünmek için bir dakikanızı ayırmaktansa, duygularının onları iyileştirmesine ve düşünmeden bir şeyler söylemesine izin veriyorlar. Bunu yaparken, genellikle "karakter dışı" davranırlar ve daha sonra duyguları azaldığında pişman olacakları şeyler yaparlar. Küçük bir not dürtüsellik aynı zamanda DEHB gibi zihinsel bozuklukların bir belirtisidir . Bu tipler duygusal olgunlaşmamışlığın bir göstergesi değildir, çünkü kontrol edilmesi çok daha zordur, bireyin dışındaki faktörlerin sonucudur ve bir profesyonelden tedavi gerektirebilir. Bu Özelliği Nasıl Önleyebilirsiniz? Duygusal hissettiklerinde veya bir şey onları üzdüğünde, duygusal olarak olgun kişi harekete geçme dürtüsüne direnir. Bunu tekrarlamak için, tedirgin hissettiğinizde, kendinizi sakinleştirmek için bir dakikanızı ayırın, başkalarının görüşlerini dinleyin, üzerine düşünün ve seçeneklerinizi analiz edin. Bunu yaparken , yakında geçecek duygular yerine , temel ilkelerinize ve değerinize dayalı olarak doğru karar olduğuna inandığınız şeyi verebilirsiniz . Bunu yaparken, daha sonra pişman olacağınız eylemleri gerçekleştirme olasılığınız azalır. Hesaplamalarınız ve ilkeleriniz tarafından yönlendirildikleri için - uzun vadede sonuç almasalar bile, verdiğiniz kararların arkasında durma olasılığınız daha yüksektir. "Duygusal olgunluk, duygularınızı anlama ve yönetme yeteneğinizi ifade eder. Duygusal olgunluk, mutlu ve tatmin edici bir yaşam yaratmanızı sağlar. " - Buda 3. Merkez olduklarına inanırlar Psikolog Jean Piaget'e göre iki yaşın altındaki her çocuk, evrenin kendi etrafında döndüğünü düşünür. Buna inanmakla, nesnelerin ve insanların sadece onlara baktıkları sürece var oldukları yanılsaması içindedirler. Ancak o yaştan sonra dünyanın etrafımızda dönmediğini anlamaya başlarız. Ancak bazı ender durumlarda, duygusal olarak bodur yetişkinler yaşamlarının çoğu boyunca bu rasyonel düşüncenin bir kısmını sürdürürler. Sonuç olarak Hiçbir hak iddia etmedikleri şeyleri bile hak ettiklerini hissederler. Başkalarının mantıksız taleplerini taşırlar. Başkalarını inanılmaz derecede yüksek standartlarda tutarlar, ancak kendileri için istisnalar yaparlar. İşler yolunda gitmediğinde sinirlenirler ve sinirlenirler çünkü bir şeylerin kendilerine borçlu olduğunu hissederler. Bu Özelliği Nasıl Önleyebilirsiniz? Bu kusurlu düşünme biçiminin üstesinden gelmek için, tüm gezegende, Güneş Sisteminde ve Evrende - siz milyarlarca yaşam formu olduğunuzu kabul edin. Kendi öz değerinizin ötesinde, diğer insanların yaşamları için bir şekilde önemsizsiniz. Bunun yerine, herkesin ve her şeyin hayatlarımızdan ayrı ve farklı benzersiz ve bağımsız bir amacı vardır. Bunu yapmak, olduğunu düşündüğün şeylere hakkın olmadığını anlamana yardımcı olacaktır. Evren size hiçbir şey borçlu değil. Doğmuş olman bile başlı başına bir mucize ve armağandır. “Bence çok fazla kendini beğenme korkunun bir ürünü. Ve korkuya dayalı bir yaşamda yaşayan korku, narsizme ve kişisel önemin artmasına yol açma eğilimindedir. " - Moby Temel Neden Çoğu zaman, duygusal olgunluk şu nedenlerden dolayı ortaya çıkar Başkalarıyla iletişim kuramama, bu da onların yanlış anlaşıldığını hissetmesine neden olur. Kendini kontrol edememe ve duygularını kontrol edememe. Bir odayı veya durumu okuyamama, bu da onların uygunsuz davranmalarına neden olur. Kendinizi sorumlu tutarak otokontrol sağlayın. Dürtüsellikten kaçınarak ve duygularınızdan çok ilkelerinizin tartışmanıza rehberlik etmesine izin vererek iletişim becerilerinizi geliştirin. Merkez olmadığınızı kabul ederek bir odayı daha iyi okuyun. Milyonlarca Güneş Sisteminde bir kişisiniz, kendi değerinizin ötesinde özel değilsiniz ve hiçbir şeye hakkınız yok. İletişimde kalmak ve ücretsiz ve özel içerik almak için posta listeme kaydolun .
duygusal bağ ve sahiplenmeyi gösteren davranış