Fast Money. Kuranı kerim’in Saffat süresinin okunmasındaki önemi ve yararları şüphesiz ki tartışılamaz. Bu nedenle Saffat suresi fazilet ve sırları sanki yeni nazil oluyormuş gibi tazeliğini ve gençliğini gösteren delillerden biridir Saffat suresi ve onun ayetleri. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm okumak ve okutmak çok sevâbdır. Hatta bunun sevâbı dedelerine, çocuklarına ve torunlarına tesîr eder. Kur’an tilâveti İslam’da faziletli amellerden biridir. Kur’an okumaktan maksat, öncelikle onun emir ve nehiylerine uymaktır. Fakat sadece okumanın da sevabı ve mükâfatı vardır. Kur’an kendisiyle amel edenlere ve inanarak ibadet kastıyla okuyanlara kıyamet gününde şefaatçi olacaktır. Kur’ân-ı kerîmin otuz yedinci sûresi. Sâffât sûresi, Mekke’de nâzil oldu indi. Yüz seksen iki âyet-i kerîmedir. İlk âyet-i kerîmede geçen saf tutmuş melekler mânâsına gelen Sâffât kelimesi sûreye isim olmuştur. Sûrede; Allahü teâlânın birliği, kâfirlerin âhirette uğrayacakları azablar, îmân edenlere âhirette verilecek mükâfâtlar, Nûh, İbrâhim, İshak, Mûsâ, Hârûn, İlyâs, Lût ve Yûnus aleyhimüsselâmdan, sâlih kullardan, Allah yolunda olanların mutlaka gâlib geleceği bildirilmektedir. İbn-i Abbâs, Râzî, Taberî, Kurtubî SAFFAT SÛRELERİ’NİN FAZİLETİ VE YARARLARI Resulullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem buyurdu ki “Her kim Saffat suresini okursa, bütün cin ve şeytanların sayısınca ona sevap verilir.” Ebu Suud Efendi, Ebû Suud Tefsiri İrşadü Aklis-Selim, 7/212 Resulullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem buyurdu ki “Her kimi, kıyamet gününde en bol ölçekle tartması en büyük sevaba nail olması sevindirirse, namazını bitirdiğinde Saffat suresinin son üç ayetini okusun.”Ali el-Müttaki, Kenzü’l-Ummal, 3481 Kim Yâsîn ve Sâffât sûresini Cumâ günü okur, sonra da Allahü teâlâdan dilekte bulunursa, Allahü teâlâ ona dilediğini verir. Hadîs-i şerîf-İbn-i Neccâr Kim kıyâmet günü tam ve kâmil anlamda sevâb almayı arzu ederse, oturmakta olduğu meclisten kalkacağı sırada, Sâffât sûresinin son üç âyet-i kerîmesini okusun. Hadîs-i şerîf-Tefsîr-i İbn-i Kesîr İmam Sadık’tan şöyle bir rivayet nakledilmiştir Her kim her hafta Cuma günü Saffat suresini okursa, her türlü beladan âmânda olur. Dünyada olduğu müddetçe tüm belalar ondan def edilir ve rızkı da mümkün olduğunca bollaşır. Şeytan onun bedenine, evlatlarına ve malına hiçbir şekilde zarar veremez. Eğer bu sureyi okuduğu gece veya gündüz vefat edecek olursa, şehit olarak haşredilir. Allah Teâlâ ona şehitlerle birlikte cennettin en yüce mertebesinde yer verir. Duanın kabul olması Yine aynı şekilde Allah Resulü’nden şöyle bir hadis’i şerif nakledilmiştir Her kim Yasin ve Saffat surelerini Cuma günü okur ve ardından dua ederse, Allah Teâlâ onun duasını kabul eder. Rivayet edildi ki * Bu sureyi okuyanların rızkı çoğalır, darlık çekmez ve şeytan o kimseden uzaklaşır. * Bu surenin tamamı bir kağıt üzerine yazılıp, bir makana asılırsa, oradan cinlerin azılıları kaçar. * Cinlenmiş bir kişinin cinlerden kurtulması için veya cinlerin kendisine zarar vermemesi için Saffat suresinin 1-15. ayetleri okunur. * Zarar verici heyvanların bulunduğu bir yerde istirahat etmek isteyen bir kişi Saffat suresinin 79. ayetini okuyup da uyursa, oradan kalkıncaya kadar hiç bir şey ona zarar vermez. Bir başka rivayette ise şöyledir Akşemleyin bu ayeti okuyan kimseyi o gece akrep sokmaz. * Yılan ve akrep gibi zararlı haşerelerden korunmak için, Saffat suresinin 75-79. ayetleri * Aralık ayında yazılıp üstünde taşınmalıdır. * Hayırlı evlat isteyen kişi, Saffat suresinin 100. ayetinde geçen İbrahim Aleyhisselam’ın da yaptığıu şu duayı çokça yapmalıdır. “Ey Rabbim! Bana neslimi sürdürecek salihlerden bir çocuk ihsan et!” Saffat suresinin okunuşu, anlamı ve tefsiri araştırılan konular arasında yer alıyor. Adını ilk âyetin başındaki “ve’s-sâffât”tan saf saf dizilenler alan Saffat suresi, Mekke döneminde muhtemelen Enâm sûresinden sonra nâzil olmuştur. Sâffât sûresinde Kur’an’da en çok tekrar edilen iki iman esasına vurgu yapıldığı görülmektedir. Bunlardan biri tevhid ilkesi, diğeri sorumluluk bilincinin oluşmasını sağlayan âhiret inancıdır. İşte Saffat suresinin tefsiri, meali, Türkçe-Arapça okunuşu...SAFFAT SURESİ OKUNUŞUVessaffati ilaheküm le semavati vel erdı ve ma beynehüma ve rabbül zeyyennes semaed dünya bi zınetinil hıfzam min külli şeytanim yessemmeune ilel meleil a'la ve yukzefune min külli ve lehüm azabüv men hatfel hatfete fe etbeahu şihabün ehüm eşddü halkan em men halakna inna halaknahüm min tıynil acibte ve iza zükkiru la iza raev ayetey kalu in haza illa sıhrum iza mitna ve künna türabev ve ızamen e inna le meb' ve abaünel neam ve entüm innema hiye zecratüv vahıdetün fe izahüm kalu ya veylena haza yevmüd yevmül faslillezı küntüm bihı zalemu ve ezvacehüm ve ma kanu ya' dunillahi fehduhüm ila sıratıl kıfuhüm innehüm mes' leküm la hümül yevme akbele ba'duhüm ala ba'dıy inneküm küntüm te'tunena anil bel lem tekunu mü' ma kane lena aleyküm min sultan bel küntüm kavmen hakka aleyna kavlü rabbina inna le ağveynaküm inna künna innehüm yevmeizin fil azabi kezalike nef'alü bil kanu iza kıyle lehüm la ilahe illellahü yekulune e inna letariku alihetina li şaırim cae bil hakkı ve saddekal lezaikul azabil ma tüczevne illa ma küntüm ta' ıbadellahil lehüm rizkum ma' ve hüm cennatin sürurim alyhim bi ke'sim mim lezzetil fıha ğavlüv ve la hüm anha ındehüm kasıratüt tarfi ennehünne beydum akbele ba'duhüm ala ba'dıy kailüm minhüm innı kane lı e inneke le minel iza mitna ve künna türabev ve ızamen e inna le hel entüm fe raahü fı sevail tellahi in kidte le lev la nı'metü rabbı leküntü minel fe ma nahnü bi mevtetenel ula ve ma nahnü bi haza le hüvel fevzül misli haza felya'melil zalike hayrun nüzülen em şeceratüzç cealnaha fitnetel liz şeceratün tahrucü fı aslil ke ennehu ruusüş innehüm le akilune minha fe maliune minhel inne lehüm aleyha le şevbem min inne merciahüm le ilel elfev abaehüm hüm ala asarihim le kad dalhle kablehüm ekserul le kad erselna fıhim keyfe kane akıbetül ıbadellahil le kad nadana nuhun fe le nı'mel necceynahü ve ehlehu minel kerbil cealna zürriyyetehu hümül terakna aleyhi fil ala nuhın fil kezalike neczil min ıbadinel mü' ağraknel inne min şıatihı le cae rabbehu bi kalbin kale li ebıhi ve kavmihı maza ta' ifken aliheten dunellahi ma zannüküm bi rabbil nezara nazraten fin kale innı tevellev anhü ila alihetihim fe kale e ela te' leküm la aleyhim darbem bil akbelu ileyhi e ta'büdune ma halekkkaküm ve ma ta' lehu bünyanen fe elkuhü fil eradü bihı keyden fe cealnahümül kale innı zahibün ila rabbı heb lı mines beşşernahü bi ğulamin beleğa meahüs sa'ye kale ya büneyye innı era fil menami ennı ezbehuke fenzur maza tera kale ya ebetif'al ma tü'meru setecidünı in şaellahü mines eslema ve tellehu lil nadeynahü ey ya saddakter rü'ya inna kezalike neczil haza le hüvel belaül fedeynahü bi zibhın terakna aleyhi fil ala neczil min ıbadinel mü' beşşernahü bi ishaka nebiyyem mines barakna aleyhi ve ala ishak ve min zürriyyetihima muhsinüv ve zalimül li nefsihı le kad menenna ala musa ve necceynahüma va kavmehüma minel kerbil nasarnahüm fe kanu hümül ateynahümel kitabel hedeynahümes sıratal terakna aleyhima fil ala musa ve kezalik enczil min ıbadinel mü' inne ilyase le minel kale li kavmihı ela ted'une ba'lev ve tezerune ahsenel rabbeküm ve rabbe abaikümül kezzebuhü fe innehüm le ıbadellahil terakna aleyhi fil ala kezalike neczil min ıbadinel mü' inne lutal le minel necceynahü ve ehlehu acuzen fil demmernel inneküm le temürrune aleyhim bil leyl e fe la ta' inne yunüse le minel ebeka ilel fülkil saheme fe kane minel hutü ve hüve lev la ennehu kane minel lebise fı batnihı ila yevmi yüb' nebeznahü bil arai ve hüve embenta aleyhi şeceratem miy erselnahü ila mieti elfin ev amenu fe metta'nahüm ila e li rabbikel benatü ve lehümül halaknel melaiket inasev ve hüm la innehüm min ifkihim le ve innehüm le benati alel leküm keyfe fe la leküm sültanüm bi kitabiküm in küntüm cealu beynehu ve beynel cinneti neseba ve le kad alimetil cinnetü innehüm le amma ıbadellahil inneküm ve ma ta' entüm aleyhi bi men hüve salil ma minna illa lehü mekamüm ma' inna le nahnüs inna le nahnül in kanu le enne ındena zikram minel ıbadellahil keferu bih fe sevfe ya' le kad sebekat kelimetüna li ıbadinel le hümül inne cündena lehümül tevelle anhüm hatta ebsırhüm fe sevfe fe biazabina yesta' iza nezele bi sahatihim fe sae sabahul tevelle anhüm hatta ebsır fe sevfe rabbike rabbil ızzeti amma selamün alel hamdü lillahi rabbil alemınSAFFAT SURESİ ANLAMI VE DİYANET MEALİSaf bağlayıp duranlara, haykırarak sevk edenlere ve zikri Allah'ın kelâmını okuyanlara andolsun ki, sizin ilahınız gerçekten bir tek ilahtır. ﴾1-4﴿ O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Doğuların da Batıların da Rabbidir. ﴾5﴿Biz en yakın göğü zinetlerle, yıldızlarla donattık. ﴾6﴿ Onu itaatten çıkan her şeytandan koruduk. ﴾7﴿ Onlar, yüce topluluğu ileri gelen melekler topluluğunu dinleyemezler. Kovulmaları için her taraftan taşa tutulurlar. Onlar için sürekli bir azap da vardır. ﴾8-9﴿ Ancak onlardan söz kapan olur. Onu da delip geçen bir alev izler ve yok eder. ﴾10﴿ Ey Muhammed! Şimdi sen onlara sor "Kendilerini yaratmak mı daha zor, yoksa yarattığımız diğer şeyleri yaratmak mı? Şüphesiz biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık. ﴾11﴿ Hayır, sen onların haline şaştın onlar ise alay ediyorlar. ﴾12﴿ Kendilerine öğüt verildiği zaman öğüt almıyorlar. ﴾13﴿ Bir mucize gördükleri zaman onu alaya alıyorlar. ﴾14﴿ Dediler ki "Bu bir büyüden başka bir şey değildir." ﴾15﴿ "Gerçekten biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra mı, biz mi tekrar diriltileceğiz?" ﴾16﴿ "Önceden gelip geçmiş atalarımız da mı?" ﴾17﴿ De ki "Evet, hem de siz aşağılanmış kimseler olarak diriltileceksiniz." ﴾18﴿ O ancak şiddetli bir sesten ibarettir. Bir de bakarsın ki onlar diriltilmiş hazır beklemektedirler. ﴾19﴿ Şöyle diyecekler "Vay başımıza gelene! Bu beklenen ceza günüdür." ﴾20﴿ Onlara, "İşte bu, yalanlamakta olduğunuz hüküm ve ayırım günüdür" denilir. ﴾21﴿Allah meleklere şöyle emreder "Zulmedenleri, eşlerini ve Allah'ı bırakıp da tapmakta olduklarını toplayın, onları cehennemin yoluna koyun ve onları tutuklayın. Çünkü onlar sorguya çekileceklerdir. ﴾22-24﴿ Allah meleklere şöyle emreder "Zulmedenleri, eşlerini ve Allah'ı bırakıp da tapmakta olduklarını toplayın, onları cehennemin yoluna koyun ve onları tutuklayın. Çünkü onlar sorguya çekileceklerdir. ﴾24﴿ Onlara, "Ne diye yardımlaşmıyorsunuz?" denir. ﴾25﴿ Hayır, onlar bugün teslim olmuş kimselerdir. ﴾26﴿ Birbirlerine yönelip sorarlar çekişirler. ﴾27﴿ Şöyle derler "Siz bize sağdan gelirdiniz. Bize haktan yana görünürdünüz." ﴾28﴿ Diğerleri de onlara şöyle derler "Hayır, siz zaten mü'min kimseler değildiniz." ﴾29﴿ "Bizim, sizin üzerinizde hiçbir hakimiyetimiz yoktu. Hatta siz azgın bir kavimdiniz." ﴾30﴿ "Artık Rabbimizin sözü azap bizim hakkımızda gerçekleşti. Biz onu mutlaka tadacağız." ﴾31﴿ "Evet, biz sizi saptırdık. Çünkü biz de sapkın kimselerdik." ﴾32﴿ Artık onlar o gün azapta ortaktırlar ﴾33﴿ İşte biz suçlulara böyle yaparız. ﴾34﴿Çünkü onlar, kendilerine, "Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur" denildiği zaman inanmayıp büyüklük taslıyorlardı. ﴾35﴿ "Biz, deli bir şair için ilahlarımızı mı terk edeceğiz?" diyorlardı. ﴾36﴿ Hayır, öyle değil. O, hakkı getirmiş, önceki peygamberleri de tasdik etmiştir. ﴾37﴿Şüphesiz siz mutlaka elem dolu azabı tadacaksınız. ﴾38﴿ Siz ancak işlediklerinizin karşılığı ile cezalandırılırsınız. ﴾39﴿ Ancak Allah'ın halis kulları başka. ﴾40﴿ İşte onlar için belli bir rızık, meyveler vardır. Onlar ikram gören kimselerdir. ﴾41-42﴿ Onlar Naim cennetlerindedirler. ﴾43﴿ Koltuklar üzerinde karşılıklı olarak otururlar. ﴾44﴿ Onların etrafında cennet pınarından doldurulmuş, berrak ve içenlere lezzet veren kadehler dolaştırılır. ﴾45-46﴿ Onda baş döndürme özelliği yoktur. Onlar, onu içmekle sarhoş da olmazlar. ﴾47﴿ Yanlarında bakışlarını yalnızca kendilerine çevirmiş iri gözlü eşler vardır. ﴾48﴿ Sanki onlar beyazlıklarıyla, saklanmış gün yüzü görmemiş yumurtalardır. ﴾49﴿Derken birbirlerine yönelip sorarlar. ﴾50﴿ İçlerinden biri der ki "Benim bir arkadaşım vardı." ﴾51﴿"Sen de tekrar dirilmeyi tasdik edenlerden misin?" derdi. ﴾52﴿ "Gerçekten biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra mı, biz mi hesaba çekileceğiz?" ﴾53﴿ Konuşan o kimse yanındakilere, "Bakar mısınız, hali ne oldu?" der. ﴾54﴿ Kendisi de bakar ve onu cehennemin ortasında görür. ﴾55﴿ Ona şöyle der "Allah'a andolsun, neredeyse beni de helak edecektin." ﴾56﴿ "Rabbimin nimeti olmasaydı, mutlaka ben de cehenneme konulanlardan olmuştum." ﴾57﴿"Nasıl, ilk ölümümüzden başka ölmeyecek miymişiz? Bize azap edilmeyecek miymiş?" ﴾58-59﴿ Şüphesiz bu cennetteki nimetlere ulaşmak büyük bir başarıdır. ﴾60﴿ Çalışanlar böylesi için çalışsınlar! ﴾61﴿Ziyafet olarak bu mu daha hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı? ﴾62﴿ Şüphesiz biz onu zalimler için bir imtihan aracı kıldık. ﴾63﴿ O, cehennemin dibinde biten bir ağaçtır. ﴾64﴿ Onun meyveleri sanki şeytanların kafalarıdır. ﴾65﴿ Cehennemlikler ondan yiyecekler ve onunla karınlarını dolduracaklardır. ﴾66﴿ Sonra onlar için bunun üstüne kaynar sudan karışık bir içecek vardır. ﴾67﴿ Sonra onların dönüşleri mutlaka cehennemedir. ﴾68﴿Çünkü onlar babalarını sapık kimseler olarak buldular. ﴾69﴿ Kendileri de onların izinden koşa koşa gitmektedirler. ﴾70﴿Andolsun, onlardan önce, evvelkilerin çoğu da sapmıştı. ﴾71﴿ Andolsun, biz onlara da uyarıcılar göndermiştik. ﴾72﴿ Bak, uyarılanların sonu nasıl oldu! ﴾73﴿ Ancak Allah'ın ihlâslı kulları başka. ﴾74﴿Onun neslini yeryüzünde kalanlar kıldık. ﴾77﴿ Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık. ﴾78﴿ Âlemler içinde Nûh'a selam olsun! ﴾79﴿ İşte biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız. ﴾80﴿ Çünkü o, bizim mü'min kullarımızdandı. ﴾81﴿ Sonra biz, diğerlerini suda boğduk. ﴾82﴿Şüphesiz İbrahim de onun taraftarlarından idi. ﴾83﴿ Hani o, Rabbine temiz bir kalple gelmişti ﴾84﴿Hani babasına ve kavmine şöyle demişti "Siz neye tapıyorsunuz?" ﴾85﴿ "Allah'ı bırakıp da bir takım uydurma ilahlar mı istiyorsunuz?" ﴾86﴿ "O halde Âlemlerin Rabbi hakkında görüşünüz nedir?" ﴾87﴿ İbrahim yıldızlara baktı ve "Ben hastayım" dedi. ﴾88-89﴿ Bunun üzerine arkalarını dönüp ondan uzaklaştılar. ﴾90﴿ İbrahim onların putlarının tarafına gizlice gitti ve şöyle dedi "Yemez misiniz?" ﴾91﴿ "Ne diye konuşmuyorsunuz?" ﴾92﴿ Derken üzerlerine yürüyüp onlara güçlü bir darbe indirdi. ﴾93﴿Kavmi telaş içinde koşarak ona doğru geldi. ﴾94﴿ İbrahim şöyle dedi "Yonttuğunuz putlara mı tapıyorsunuz?" ﴾95﴿ "Oysa Allah sizi de, yaptığınız şeyleri de yaratmıştır." ﴾96﴿ Kavmi, "Onun için bir bina yapın, içinde ateş yakın ve onu ateşe atın" dedi. ﴾97﴿ Böylece ona bir tuzak kurmak istediler. Biz de onları en alçak kimseler kıldık. ﴾98﴿ İbrahim şöyle dedi "Ben Rabbime onun emrettiği yere gideceğim. O bana yol gösterecektir." ﴾99﴿ "Ey Rabbim! Bana salihlerden olacak bir çocuk bağışla." ﴾100﴿Biz de ona uysal bir oğul müjdeledik. ﴾101﴿ Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona, "Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?" dedi. O da, "Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın" dedi. ﴾102﴿Nihayet her ikisi de Allah'ın emrine boyun eğip, İbrahim de onu boğazlamak için yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik "Ey İbrahim!" ﴾103-104﴿Nihayet her ikisi de Allah'ın emrine boyun eğip, İbrahim de onu boğazlamak için yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik "Ey İbrahim!" ﴾104﴿ "Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız." ﴾105﴿ "Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır." ﴾106﴿ Biz, İbrahim'e büyük bir kurbanlık vererek onu İsmail'i kurtardık. ﴾107﴿ Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık. ﴾108﴿ İbrahim'e selam olsun. ﴾109﴿ İyilik yapanları işte böyle mükafatlandırırız. ﴾110﴿ Çünkü o mü'min kullarımızdandı. ﴾111﴿ Biz onu salihlerden bir peygamber olarak İshak ile de müjdeledik. ﴾112﴿ Onu da İshak'ı da uğurlu kıldık. Her ikisinin nesillerinden iyilik yapanlar da vardı, kendine apaçık zulmedenler de. ﴾113﴿ Andolsun, biz Mûsâ'ya ve Hârûn'a da lütufta bulunduk. ﴾114﴿ Onları ve kavimlerini o büyük sıkıntıdan kurtardık. ﴾115﴿ Onlara yardım ettik de onlar galip gelenler oldular. ﴾116﴿ Biz onlara hükümlerimizi açıklayan Kitab'ı Tevrat'ı verdik. ﴾117﴿ Onları doğru yola ilettik. ﴾118﴿ Sonradan gelenler arasında onlara güzel birer ad bıraktık. ﴾119﴿ Mûsâ'ya ve Hârûn'a selam olsun. ﴾120﴿ Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız. ﴾121﴿ Çünkü onlar mü'min kullarımızdan idiler. ﴾122﴿ Şüphesiz İlyas da peygamberlerden idi. ﴾123﴿ Hani kavmine şöyle demişti "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?" ﴾124﴿ "Yaratıcıların en güzelini, sizin ve geçmiş atalarınızın Rabbi olan Allah'ı bırakarak "Ba'l'e mi tapıyorsunuz?" ﴾125-126﴿ Onu yalanladılar. Bu sebeple onlar cehenneme götürüleceklerdir. ﴾127﴿ Ancak Allah'ın ihlâslı kulları başka. ﴾128﴿ Sonradan gelenler içerisinde ona güzel bir ad bıraktık. ﴾129﴿ İlyas'a selam olsun ﴾130﴿ Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız ﴾131﴿ Çünkü o bizim mü'min kullarımızdandı. ﴾132﴿ Şüphesiz Lût da peygamberlerdendi. ﴾133﴿ Hani biz onu ve geride kalanlar arasındaki yaşlı bir kadın kâfir olan eşi dışında bütün ailesini kurtarmıştık. ﴾134-135﴿ Sonra da diğerlerini yok ettik. ﴾136﴿ Şüphesiz sizler yolculuklarınız sırasında sabah akşam onların harap olmuş yurtlarına uğrayıp duruyorsunuz. Hâlâ düşünmeyecek misiniz? ﴾137-138﴿ Şüphesiz Yûnus da peygamberlerdendi. ﴾139﴿ Hani o kaçıp yüklü gemiye binmişti. ﴾140﴿ Gemidekilerle kur'a çekmiş ve kaybedenlerden olmuştu. ﴾141﴿ Böylece, Yûnus kendini kınayıp dururken balık onu yuttu. ﴾142﴿ Eğer o, Allah'ı tespih edip yüceltenlerden olmasaydı, mutlaka insanların diriltileceği güne kadar balığın karnında kalırdı. ﴾143-144﴿ Derken biz onu hasta bir halde sahile attık. ﴾145﴿ Üzerine geniş yapraklı bir ağaç bitirdik. ﴾146﴿ Biz onu yüz bin, yahut daha fazla insana peygamber olarak gönderdik. ﴾147﴿ Nihayet onlar iman ettiler. Biz de onları bir süreye kadar geçindirdik. ﴾148﴿ Ey Muhammed! Onlara sor Kız çocukları Rabbinin de, erkek çocukları onların mı? ﴾149﴿ Yoksa biz melekleri dişi olarak yaratmışız da onlar şahid mi bulunuyorlarmış? ﴾150﴿ İyi bilin ki onlar kendi uydurmaları olarak, "Allah çocuk sahibi oldu" diyorlar. Onlar elbette yalan söylüyorlar. ﴾151-152﴿ Yoksa Allah kızları erkeklere tercih mi etti? ﴾153﴿ Neyiniz var? Nasıl hüküm veriyorsunuz! ﴾154﴿ Hiç düşünmüyor musunuz? ﴾155﴿ Yoksa sizin apaçık bir deliliniz mi var? ﴾156﴿ Eğer doğru söyleyen kimseler iseniz getirin bu delili içeren kitabınızı! ﴾157﴿ Allah ile cinler arasında da nesep bağı kurdular. Oysa cinler de kendilerinin Allah'ın huzuruna getirileceklerini bilirler. ﴾158﴿ Allah onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir. ﴾159﴿ Ancak Allah'ın ihlâslı kulları bunlar gibi değildir. ﴾160﴿ Ey müşrikler! Ne siz ve ne de taptıklarınız cehenneme gireceklerden başkasını kandırıp Allah'ın yolundan saptırabilirsiniz. ﴾161-163﴿ Melekler derler ki "Bizim her birimizin bilinen bir makamı vardır." ﴾164﴿ "Şüphesiz biz orada saf duranlarız." ﴾165﴿ "Şüphesiz biz Allah'ı tespih edip yüceltenleriz." ﴾166﴿ Müşrikler şunu da söylüyorlardı "Eğer yanımızda öncekilere verilen kitaplardan bir kitap olsaydı, elbette biz ihlâslı kullar olurduk." ﴾167-169﴿ Fakat kitap gelince onu inkar ettiler. Yakında sonlarının ne olacağını bilecekler. ﴾170﴿ Andolsun, peygamber olarak gönderilen kullarımız hakkında şu sözümüz geçmişti ﴾171﴿ "Onlara mutlaka yardım edilecektir." ﴾172﴿ "Şüphesiz ordularımız galip gelecektir." ﴾173﴿ O halde bir süreye kadar onlardan yüz çevir ﴾174﴿ Gözetle onları, yakında onlar da görecekler. ﴾175﴿ Yoksa onlar azabımızı acele mi istiyorlar? ﴾176﴿ Fakat azabımız onların yurtlarına indiğinde o uyarılmış olanların sabahı ne kötü olur! ﴾177﴿ Ey Muhammed! Bir süreye kadar onlardan yüz çevir. ﴾178﴿ Bekle ve gör. Onlar da yakında görecekler. ﴾179﴿ Senin Rabbin; kudret ve şeref sahibi olan Rab, onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir. ﴾180﴿ Peygamberlere selam olsun. ﴾181﴿ Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. ﴾182﴿SAFFAT SURESİ TEFSİRİİlk üç âyette hangi varlık topluluğundan bahsedildiği ve bunlara yüklenen işlevlerle ilgili ifadelerin ne anlama geldiği konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bu ifadelerle ya melek veya insan topluluklarının kastedilmiş olabileceğini belirten Râzî’nin açıklamalarından da XXVI, 114-117 yararlanarak bu husustaki görüşleri şöyle özetleyebiliriza Yaygın yorum, burada meleklerden söz edildiği yönündedir. Şevkânî’ye göre “sıra sıra dizilmiş olanlar”la dünyada insanların iba-det için saf tutmaları gibi semada saf tutan melekler kastedilmiştir. İbnMesûd, İbn Abbas, İkrime, Saîd b. Cübeyr, Mücâhid ve Katâde bu görüştedirler IV, 442. İbn Âşûr da, Arap putperestlerinde putların emrinde melekler bulunduğu şeklinde bir inancın yer almadığını, meleklerin kendi buyruğu altında görev yaptığı tek gerçek Tanrı’nın Allah olduğunu, dolayısıyla aşkın âlemin en değerli yaratıkları olan melekler üzerine yemin edilmekle sûrenin temel amacı olan ve 4. âyette altı çizilen Allah’ın birliği inancına dikkat çekildiğini söyler XXIII, 82. Buna göre bu âyetlerde dolaylı olarak putperestlere hitaben şöyle denilmektedir “Allah’ın huzurunda sıra sıra dizilip ibadetle meşgul olan, buyruğunun yerine getirilmesine hizmet eden ve zikir okuyan melekler bulunmaktadır. Tanrı yerine koyup taptığınız putların böyle hizmetçileri bulunmadığını siz de kabul ettiğinize göre onları Allah’a nasıl ortak koşabilirsiniz!” Meleklerin sıra sıra dizilmesi, çoğunlukla saf tutarak ibadet etmelerişeklinde yorumlanmıştır. Ancak bunun mecazi bir ifade olup meleklerin Allah katındaki farklı derecelerine işaret ettiği de belirtilmektedir Râzî, XXVI, 114. “Engellemeye çalışanlar” diye çevirdiğimiz 2. âyet, meleklerin gök cisimlerini, en küçük bir sapmaya izin vermeksizin ilâhî buyruk ve yasalara itaat ettirmeleri, sevk ve idare etmeleri veya bütün kozmik ve dünyevî varlıkların ilâhî hüküm ve kanunlara boyun eğmelerini sağlamaları İbn Atıyye, IV, 465 şeklinde açıklanır. Bunlar, ilk âyetteki meleklerden ayrı, özellikle bu işle görevlendirilmiş ayrı bir melekler topluluğu da olabilir Taberî, XXIII, 34. “Anmak için okuyanlar”la da meleklerin Kur’an’ı, ilâhî kitapları Zemahşerî, III, 295 veya ilâhî kitaplar da dahil olmak üzere Allah’ı zikir mahiyetindeki sözleri Şevkânî, IV, 442 okumaları Bu âyetlerde bazı insan topluluklarından söz edilmiş olması da mümkündür. Bunlar, Râzî’nin ifadesiyle “Kendilerini Allah’a ibadete adamış olan ve bu özellikleriyle âdeta yer yüzünün melekleri sayılmaya değer bulunan yüce ve tertemiz beşerî ruhlar olabilir. Bu insanlar, Allah’ın huzurunda saf tutup namaz kıldıkları, “Eûzü billâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm” diyerek şeytanın kalplerine zararlı dürtüler vermesini önledikleri ve namazda okudukları âyetlerle Allah’ı zikrettikleri için burada belirtilen niteliklerle Allah tarafından takdir edilmişlerdir. Ayrıca burada, insanları Allah’ın dinine davet eden, dinî ve ahlâkî bakımdan sakıncalı davranışlardan alıkoyan, Allah’ın hükümlerini yaşayan ve yaşatan âlimler topluluğu veya düşmana karşı saf tutup savaşan, harp meydanlarında yiğitçe haykırarak düşmanlarının kalplerine korku salan, Kur’an okuyup tekbir getirerek düşman üzerine saldıran mümin savaşçılar kastedilmiş Burada Kur’an âyetlerinin bazı özellikleri de kastedilmiş olabilir. Buna göre ilk âyette Kur’an’ın konularının zenginliğine, tertip ve düzenine, âyetler arasındaki uyuma; 2. âyette insanların kötü fiilleri işlemelerini yasaklayan, 3. âyette de iyi işler yapmalarını emreden âyetlere işaret edilmiştir Zemahşerî, III, 295; Râzî, XXVI, 116. Muhammed Esed, Kur’an âyetlerini aklîleştirme yönündeki temel eğiliminin bir sonucu olarak, Râzî’ye nisbet ettiği, aslında diğer tefsirlerde de geçen meselâ bk. Taberî, XXIII, 33-34; İbn Atıyye, IV, 465 bu şıktaki görüşü tercih ederse de bu yaklaşımın “melekler” anlamını vermekten kaçınma saikine dayandığı anlaşılmaktadır. Oysa Kur’an’ın başka yerlerinde de gerek meleklerin gerekse ay, güneş gibi kozmik varlıkların Allah’ı tesbih ettikleri, buyruğuna göre hareket ettikleri yönünde sarih ifadeli birçok âyet bulunmaktadır. Bize göre bu âyetleri belli bir varlık türüne veya bir tür içindeki belli bir gruba hasretmek yerine, –ifadelerinin mutlaklığını da dikkate alarak– ilâhî yasalara boyun eğen bütün kozmik varlıklar yanında; aynı inanç ve kulluk bilincinde buluşup birleşerek Allah’a yönelen, ona kul olan; varlık düzeninde, ahlâkî ve dinî hayatta O’nun yasalarının egemen olması için çalışan; dilinde, gönlünde ve hayatında O’nun âyetlerini yaşatan, meleğiyle insanıyla bütün görünür ve görünmez varlıkların kastedildiğini düşünmek daha isabetlidir. Böylece bu âyetlerde başlıca özelliklerine işaret edilen varlıklar üzerine yemin edilerek Tanrı’nın birliğine vurgu yapılmakta ve bu suretle Araplar’ın benimsediği putperestlik yanında bütün çok tanrıcı inançlar kesin bir dille reddedilmekte; Allah, “göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin rabbi, doğuş yerlerinin rabbi” olduğuna göre, O’ndan başkasına tanrılık nitelikleri yükleyip kulluk etmenin anlamsızlığı dile getirilmektedir. “Güneşin doğuş yerleri” diye çevirdiğimiz 5. âyetteki meşârık, meşrık kelimesinin çoğulu olup bu bağlamda mevsimlere, hatta yılın her bir gününe göre güneşin farklı doğuş noktalarına işaret etmektedir bk. Taberî, XXIII, 35; İbn Âşûr, XXIII, 86-87. Muhammed Esed, âyetle ilgili olarak –bizim de katıldığımız– notunda şöyle demektedir “Muhtelif gündoğumu noktalarının meşârik vurgulanması, yaratılmış fenomenlerdeki sonsuz çeşitliliğin, yaratıcının birliği ve benzersizliği ile karşıtlığını sergiler” II, 910; yani yaratılanların çeşitliliğini ve yaratanın tekliğini ortaya koyar. Aynı yazarın, Rahmân sûresinin 17. âyetine düştüğü notta III, 1097 belirttiği görüşe de katılıyoruz; orada olduğu gibi bu âyeti de Esed’in ifadesiyle, “Allah’ın, uzaydaki yörünge hareketlerinin nihaî etkeni olduğunu mecaz yoluyla anlatan bir ifade” olarak düşünmek yerinde olur.“Yakın sema”dan maksat, arzdan bakıldığında gözlenen gök yüzüdür. Burada gökyüzünün, özellikle ay ışığının olmadığı berrak gecelerde çıplak gözle izlenen, yıldızlarla donatılmış muhteşem güzelliği hatırlatılarak bunu yaratan gücün mükemmellik ve eşsizliğine dikkat çekilmektedir. Gökyüzünün bu estetik manzarası başka âyetlerde, “Biz, yakın semayı kandillerle donattık” şeklinde tasvir edilmektedir Fussılet41/12; Mülk 67/5.“Yüce topluluk” diye çevirdiğimiz 8. âyetteki mele-i alâ, dünyaya göre yücelerde bulunduğu kabul edilen, ayrıca mânevî mertebeleri de yüksek olan melekler için kullanılan bir deyimdir. Burada, şeytanların bu yüce topluluğa kadar ulaşarak onların sahip olduğu bilgileri öğrenmelerinin önlendiği, nâdiren yanlarına kadar yaklaşıp bir bilgi kırıntısı kapanların olabileceği, ancak onların da isabet ettiği şeyi delip geçecek kadar etkili olan ateş toplarıyla kovalanıp uzaklaştırılacağı bildirilmektedir. Bugün sahip olduğumuz bilgilerle anlamlarını tam olarak kavramamız imkânsız veya son derece güç olduğu için “müteşâbihât” grubu içinde değerlendirilmesi gereken bu âyetler hakkında klasik tefsirlerde o dönemlerin bilgi birikimine ve doğruluğu kuşkulu rivayetlere dayanarak bazı yorumlar yapılmaya çalışılmıştır meselâ bk. Taberî, XXIII, 36-39. Fakat burada Allah’ın meleklere verdiği bilgilerin ve özellikle vahyin korunmuşluğunu, bu bilgilere herhangi bir şeytanî gücün vakıf olup gerçekliğini bozmasına veya ehliyetsiz olanların açıklamasına izin verilmeyeceğini belirten kısmen sembolik bir anlatımın yer aldığı düşünülebilir benzer bir anlatım ve açıklaması için bk. Hicr 15/16-18. Bu âyetlerde, olağan üstü niteliklere sahip olduklarına inanılan kâhinlerin semavî güçlerden bilgi aldıkları yolundaki inançların asılsız olduğuna dikkat çekildiği de belirtilmektedir Kurtubî, XV, 66-67; İbn Âşûr, XXII, 92.Yukarıdaki âyetlerde bazılarına değinilen melekler, yer ve göklerle bunlarda bulunanlar, semayı bezeyen yıldızlar da dahil olmak üzere görünen ve görünmeyen varlıklarıyla bütün evrenin yaratılışı ile evrenin son derece karmaşık yapısı içinde kozmik bakımdan anılmaya bile değmeyecek kadar önemsiz bir yer tutan insanın yaratılışı arasında bir karşılaştırma yapılması, bu suretle ilâhî kudretin mükemmellik ve ihtişamına dair bir fikre varılması istenmektedir. Bu karşılaştırmanın bir amacı da böylesine yüce bir kudretin insanları yeniden diriltip hesaba çekmekten âciz olmadığını anlatmak, dolayısıyla putperest muhatapların bu konuyla ilgili 16-17. âyetlerde özetlenen inkârcı yaklaşımlarının temelsizliğini ortaya koymaktır. İnsanların atası olan Hz. Âdem “yapışkan çamurdan”, dolayısıyla toprak ve su unsurlarından yaratıldığı için âyet, Âdem’in bu aslî yaratılışını, soyundan gelenlere de genellemiştir. Râzî, bu yorumun yanında özetle şöyle bir yorum da getirmektedir “Yapışkan çamur” toprak ve suyu ifade eder. Aslında her insan, sperm halinden dünyaya gelmesine, büyüyüp gelişmesine kadar hayatının her aşamasında toprak ve suya bağımlıdır; besinler, bu iki hayat kaynağına dayanır, diğer canlılar gibi insanlar da onlarla beslenir. Şu halde âyet, sadece Hz. Âdem’in değil, bütün insanların yaratılışının ve fizikî varlığının özünü dile getirmektedir XXVI, 124. 12. âyette varlığın yaratılışı üzerine bu şekilde derinden düşünen ve oradaki ilâhî kudretin tecellilerini gören Hz. Peygamber’in hissettiği, şaşkınlık derecesine varan hayranlık duygusu; buna karşılık tefekkür derinliğinden yoksun oldukları için varlığa derinden bakmaktan âciz bulunan, üstelik uyarı ve aydınlatmalardan yararlanmaya da yanaşmayan müşriklerin alaycı tavırları bağlamında bir zihniyet ve fikir düzeyi mukayesesi yapılmaktadır 12. âyetle ilgili değişik yorumlar için bk. İbn Atıyye, IV, 467; Râzî, XXVI, 126-127; Kurtubî, XV, 69-71; İbn Âşûr, XXIII, 96.Verilen öğütlerden maksat, Kur’an’ın doğru inanç ve düzgün yaşayışla ilgili olarak muhataplarına yaptığı açıklamalar, inkâra sapmaları halinde dünya ve âhirette başlarına geleceklere dair uyarılar, geçmişteki inkârcı toplulukların uğradıkları felâketler hakkındaki ibret verici bilgiler; kısaca onların ıslah olup yollarını düzeltmeleri için Allah’ın âyetlerinde ve Hz. Peygamber’in hadislerinde yer alan öğütler, uyarılardır. Alaya aldıkları “ilâhî işaret” âyet ise Hz. Muhammed’in hak peygamber olduğunu kanıtlayan mûcizeler veya öğüt ve uyarı amacı taşıyan Kur’an âyetleri ya da Allah’ın birliği, âhiret hayatının gerçekliği gibi konulara dair vahyin ortaya koyduğu kanıtlar olarak açıklanmıştır Taberî, XXIII, 44; Râzî, XXVI, 127-128. 15. âyette inkârcılar, bütün bu öğütlere, uyarılara rağmen Resûlullah’a gelen vahyin, onun sergilediği mûcizelerin “apaçık bir sihir” olduğunu söylüyorlardı. “Kendilerini yaratmak mı daha zor, yoksa varlık alanına çıkardığımız başkalarını mı?” anlamında inkârcılara yöneltilen 11. âyetteki sorunun bir amacının da evreni ve ondaki varlıkları yaratan ulu kudretin, insanları yeniden diriltip hesaba çekmekten âciz olmadığını anlatmak olduğunu belirtmiştik. İbn Âşûr’a göre putperestlerin sihir olduğunu söyledikleri şey, Allah’ın çürümüş bedenlere hayat verileceğini bildiren açıklamalarıdır. Onlara göre bu, anlamsız bir iddia olup bununla dinleyenin büyü yoluyla etkilenmesi amaçlanmıştır XXIII, 98.Putperest Araplar’da âhiret inancı yoktu; bu da onlarda sadece bir inanç eksikliği olarak kalmıyor, ayrıca tam bir ahlâkî sorumsuzluğa kapılmalarına yol açıyor; toplumda gücüne ve servetine güvenen seçkinler zümresinin bilhassa insan haklarına dair konularda her türlü haksızlık ve adaletsizliği kendileri için meşrû görmeleri gibi tehlikeli bir anlayışı besliyordu. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerîm’in, Allah’ın birliği ilkesinin yanında en önemli itikad konusu olarak, herkesten bu dünyada yapıp ettiklerinin hesabının sorulacağı bir ikinci hayatın varlığını kabul etmeyi gerektiren âhiret inancı üzerinde ısrarla durduğu, birçok defa bu iki inanç ilkesini yan yana zikrettiği, buna karşılık putperestlerin de burada ileri sürdükleri gibi güya aklî bakımdan imkânsız gördüklerini söyleyerek bu inancı şiddetle reddettikleri görülmektedir. Bir önceki sûrede Yâsîn 36/77-83 putperestlerin öldükten sonra tekrar dirilmeyi ve âhireti inkâr etmelerine karşı çok açık ve ikna edici kanıtlar ortaya konmuştu; burada ise onların, “Sahi biz, ölüp de toprak ve kemik yığını haline gelmişken yeniden mi diriltilecekmişiz? Geçmişteki atalarımız da mı?” şeklindeki alaylı bir üslûpla sordukları soruya, “Evet, hem de burnunuz yere sürtülerek!” diye cevap verildikten sonra kısaca kıyametin dehşetine ve bunun inkârcılar üzerinde doğuracağı psikolojik etkiye değinilmektedir. Tefsirlerde “korkunç ses” diye çevirdiğimiz 19. âyetteki zecre kelimesinin, sûrun ikinci üflenişi sırasında çıkaracağı, bütün ölülerin kaçınılmaz olarak dirilmelerini sağlayacak olan dehşetli sesi ifade ettiği belirtilmektedir; “Bunun ardından birden onlar etrafa şaşkınlıkla bakıyor olacaklar” anlamındaki ifade de bunu göstermektedir. Nitekim Zümer sûresinde de sûra iki defa üfleneceği bildirilmiş, ardından da, “Sonra sûr yeniden üflenecek ve onlar birden ayağa kalkmış, etrafa bakıyor olacaklar” buyurulmuştur. 20. âyet, âhireti inkâr edenlerin, yeniden dirildikten sonra gerçeği anlayıp hayıflanmalarını ve “İşte hesap günü!” diyerek artık sonuç getirmeyecek bir ikrarda bulunacaklarını anlatmaktadır Süddî, 20. âyet metnindeki yevmü’d-dîn deyimini “hesap günü” olarak yorumlamıştır; bk. Taberî, XXIII, 46.Zemahşerî III, 299, İbn Âşûr XXIII, 101 gibi müfessirlere dayanarak “yargı günü” diye çevirdiğimiz âyet metnindeki yevmü’l-fasl ayrım günü deyimi, âhirette kurulacak mahkeme-i kübrâda kusursuz bir âdil yargılama sonunda haklıyla haksızın, iyilerle kötülerin birbirinden ayırt edileceğine, herkese hak ettiği karşılığın verileceğine işaret eder Kurtubî, XV, 72; Şevkânî, IV, 447.“Zalimler”den maksat inkârcılardır. Nitekim Bakara sûresinde de 2/254, “Kâfirler zalimlerin ta kendileridir” buyurulmuştur. “Eş karı / koca anlamındaki zevc kelimesinin çoğulu olan ezvâc, “bir kişi veya grupla aynı inancı, eylemi paylaşan, diğerlerine uyan, onların yolundan, peşinden giden” anlamına da gelir. Bu bağlamda ise özellikle putperest önderlerin peşine takılıp onların uydusu olan, onların sapkın inançlarını ve kötü işlerini paylaşan taklitçi kesim için kullanılmıştır; şeytanların kışkırtmasına uyan inkârcıları veya kocalarının yolunu izleyen kadınları ifade ettiği de söylenmiştir bk. Taberî, XXIII, 46-47; Zemahşerî, III, 299. Kısaca Râzî’nin Vâkıdî’ye atfen belirttiği gibi XXVI, 132 burada, “zalimler”den maksat, inkârcıların liderleri, “ezvâc”dan maksat da onların buyruğuna girip uydusu olanlardır; bu uydu kesimi, diğerlerinin eşleri de başka insanlar da olabilir. “Allah’ın dışında taptıkları” ifadesiyle inkârcıların, peşine takıldıkları şeytanların kastedildiğini ileri sürenler varsa da burada putperestlerin, tanrısal nitelikler yüklemek suretiyle Allah’a ortak koştukları putlardan söz edildiği yorumu daha mâkul görünmektedir. Bir yoruma göre âhiret gününde putlara can verilerek onlara tapanlarla birlikte cehenneme atılacaklardır. Ancak Râzî’nin de ifade ettiği gibi aynı yer, günah işlemesi düşünülemeyen cansız nesnelerin –can verilerek– cezalandırılması âdil olmayacağına göre bu nesnelerin onlara tapanlarla birlikte cehenneme atılacağına dair âyetteki açıklama, sadece onlara tapanlar için bir eleştiri ve uyarı amacı taşımaktadır bk. İbn Atıyye, IV, 469.“Durdurun” buyruğu genellikle “hapsedin” şeklinde açıklanmıştır. “Sorguya çekilme” ile ilgili farklı açıklamalar yapılmışsa da bunun, inkârcılara dünyada yaptıklarının hesabının sorulacağı şeklinde yorumlanması isabetli görünmektedir. 23. âyette inkârcıların cehenneme sürülmesi yönünde bir buyruk yer almakta, 24. âyette ise sorgulamadan söz edilmektedir. Mantıkî olarak önce onların sorgusunun yapılması yani yargılanmaları, suçlulukları kesinleştikten sonra da cezalandırılacakları yere sevkedilmeleri gerektiği düşünülerek ilk bakışta 23. âyetle 24. âyetin sıralamasıyla ilgili bir tereddüt hatıra gelebilirse de bk. Râzî, XXVI, 132, 23. âyet, yargılama öncesindeki genel bir itham ve tehdidi, 24. âyet ve devamı ise yargı sürecindeki gelişmeleri ifade ettiğinden böyle bir tereddüt putperestler, 22. âyette “zalimler” diye anılan lider kesiminin öncülüğünde İslâm’a, Kur’an’a ve Hz. Peygamber’e karşı tam bir yardımlaşma ve dayanışma halinde mücadele veriyorlar; özellikle bu sûrenin indiği Mekke döneminin ortalarından itibaren bu baskı ve zulümleri giderek şiddetleniyordu. İşte 25. âyette, onların aralarındaki bu dayanışma ve yardımlaşmanın hem haksız olduğuna hem sonuç vermeyeceğine hem de ağır bir cezayı gerektirdiğine işaret edilmiş; 26. âyette de İslâm’a ve müslümanlara karşı amansız bir baskı ve zulüm için yardımlaşanların âhirette Allah’ın hükmüne teslim olmaktan başka çarelerinin kalmayacağı belirtilmiştir. Böylece bu âyetler, –22. âyetle de bağlantılı olarak– başta Kur’an’ın ilk muhatapları olmak üzere, bâtıl inanç ve ideolojiler, haksız ve adaletsiz uygulamalar uğruna dayanışmaya girişenlere, bu yolda öncülük edenlere ve onları destekleyenlere yönelik veciz bir uyarı değeri taşımakta, uğrayacakları nihaî hezimeti dile örgüt mensuplarının, yaşadıkları hezimet ve dağılma sürecinin ardından birbirine düşmeleri, birbirlerini suçlamaları gibi inkârcıların da dünyadaki sapkınlık ve haksızlıklarının bedelini ödeme noktasına geldiklerini görünce birbirlerini nasıl suçlayacakları anlatılmaktadır. Taberî XXIII, 48-49, İbn Atıyye IV, 469 gibi bazı müfessirler, burada suçlayanların inkârcılar, suçlananların da onları hak yoldan saptıran görülmez varlıklar cinler, şeytanlar olduğunu ileri süren rivayetlere itibar etmişlerdir. Ancak çoğunluğun yorumuna göre suçlayanlar sıradan inkârcılar, suçlananlar da onların liderleri konumunda olanlardır. Sözlükte “sağ taraf” ve “and” mânalarına gelen âyet metnindeki yemîn kelimesinin kullanımdaki değişik anlamları nedeniyle 28. âyet farklı şekillerde yorumlanmıştır bk. Zemahşerî, III, 299. Bizim de tercih ettiğimiz bir yoruma göre eski Arap kültüründe sağ taraf uğurlu, sol taraf uğursuz sayılır, bir şeyin sağdan gelmesi uğur ve hayır olarak yorumlanırdı. Kur’an’da iyilerin amel defterlerinin sağ taraflarından, kötülerin amel defterlerinin de sol taraftan verileceğini bildiren ifade tarzı da Hâkka 69/19, 25 sağ ve sol kelimelerinin gelenekteki bu simgesel kullanımına dayanmaktadır Zemahşerî, III, 299; Râzî, XXVI, 134. Dolayısıyla âyetteki “Sağ taraftan gelirdiniz” ifadesi mecazi bir anlatım olup, “Bize hakkımızda hayırlı olacak teklifler getirdiğinizi söyler, bize karşı iyi niyetli, sureti haktan görünürdünüz; ama şimdi anlıyoruz ki gerçekte bizi kandırmış, haktan saptırmışsınız, bize kötülük etmişsiniz” anlamına gelmektedir. Hemen bütün tefsirlerde yemîn kelimesinin “and” mânasından hareketle âyetin, “İnkârcılar, kendilerini saptıran liderlerine âhirette, Siz yeminler ederek bizi ayartıp yoldan çıkardınız’ diye suçlayacaklar” şeklinde anlaşılabileceği veya aynı kelimenin “kuvvet, otorite” anlamında da kullanıldığını dikkate alarak âyeti, “Bize karşı kuvvet kullanarak, üzerimizde otorite kurarak bizi haktan saptırdınız” şeklinde yorumlanabileceği de söylenmiştir. Sonuç olarak burada inkârcıların, âhiretteki âkıbetlerini görünce kendilerini saptıran önderleri suçlayacakları; onların da bu suçlamalara karşı 29-32. âyetlerdeki ifadelerle kendilerini savunacakları bildirilmektedir. Kuşkusuz âhiretle ilgili bu tasvirin yapılmasının asıl amacı, toplumların hem yöneten hem de yönetilen kesimlerini uyarmaktır. Buna göre yönetenler böyle bir suçlamayla karşı karşıya kalacaklarını düşünerek despotik ve saptırıcı uygulamalardan kaçınmalıdırlar; yönetilenler de başkalarının güdümüne girmeden, onurlu bir kişilik sergileyerek, Allah’ın karşısında sorumlu tutulacakları inanç ve davranış konularında kendi iradeleriyle özgür ve bilinçli bir şekilde karar verip seçim yapmalıdırlar. 31-33. âyetlerin üslûbundan öyle anlaşılıyor ki, yönetimi altındakileri peygamberin gösterdiği doğru yoldan saptıranlar hem kendi günahlarından hem de başkalarını saptırmalarından dolayı, kezâ sapanlar da yine hem yoldan çıkmalarından hem de başkalarının uydusu olmalarından dolayı ceza göreceklerdir. Devamındaki açıklamalar, 34. âyetteki “suçlular” mücrimîn kelimesiyle inkârcıların kastedildiğini önceki âyette “suçlular” olarak anılan Mekke putperestlerinin, İslâm’ın tevhid ilkesi olan âyet metnindeki, “lâ ilâhe illallâh” Allah’tan başka tanrı yoktur ifadesini duyduklarında gösterdikleri tepkinin mahiyetine dikkat çekilmektedir. Çünkü bu ifade sadece onların tanrı inançlarını değiştirmiyor; asıl bu inanç üzerine kurulu bütün Câhiliye telakkisini, değer yargılarını, toplumsal düzenlerini tehdit ediyordu. Bu sebeple de söz konusu ifadeyi duyduklarında, başka bir yerde Feth 48/26 “hamiyyetü’l-Câhiliyye” Câhiliye dönemine özgü büyüklenme kompleksi denilen duygu onların benliklerini sarıyor ve mâkul gerekçelerle davasını çürütemedikleri Resûlullah hakkında delilik, şairlik, kâhinlik gibi saçma ithamlarda bulunuyor, bu tür içi boş iddialarla onu insanların gözünden düşürüp başarısız kılacaklarını zannediyorlardı. Buna karşı Kur’an, kesin bir dille onun gerçeği getirdiğini bildirmektedir. Hz. Muhammed’in, önceki peygamberleri tasdik ettiğinin özellikle belirtilmesi, onun getirdiği dinin, diğer dinlerde de mevcut olan evrensel gerçekleri, ilkeleri içerdiğini göstermektedir. Bunlar, başta “lâ ilâhe illallah” cümlesinin özetlediği tevhid ilkesi olmak üzere, bu sûrede önemle üzerinde durulan ve putperestlerce reddedilen âhiret inancı ve diğer iman esaslarıyla dürüstlük, adalet, hakka saygı, insanların yaratılıştan eşitliği gibi ahlâk ve hukuk prensipleri; kısaca Kur’an’ın başından sonuna kadar putperestlerle tartışıp onlara kabul ettirmeyi, uzun vadede kalıcı hale getirmeyi amaçladığı temel gerçekler ve âdildir; O’nun mutlak adaleti de âhirette gerçekleşecek; bu da Allah’ın inançta, ahlâk ve yaşayışta doğru yolu izleyenleri ödüllendirirken bâtıl inançları, kötü huyları ve haksız davranışlarıyla yoldan çıkmış olanlara hak ettikleri cezayı vermesi sûretiyle inkârcıların âhiretteki durumları hakkında bilgi verilmişti; burada da müminlerin nâil olacakları nimetlerden örnekler sıralanmaktadır. “Bilinen bir nasip” ifadesiyle ne kastedildiği hususunda şu yorumlar yapılmıştır a Vakti bilinen rızıklar. Nitekim başka bir âyette Meryem 19/62 “Orada, sabah akşam rızıkları hazırdır” buyurulmuştur; b Niteliği bilinen rızıklar. Buna göre cennet nimetlerinin tadı, kokusu ve görünüşüyle kendilerine mahsus özellikleri olacaktır; c Bir görüşe göre cennetteki rızıkların bilinmesinden maksat, dünya nimetlerinin aksine sürekliliğinden emin olunmasıdır; d Veya herkesin, dünyadaki iyiliklerine göre hak ettiği miktar ne ise o ölçüde rızıklara nâil olmasıdır bk. Râzî, XXVI, 136. İbn Âşûr, üçüncü yorumu tercih etmiştir XXIII, 111. Cennet meyveleri, aynı olmamakla beraber, dünya meyvelerine benzerlikler taşıyacağı için bu yönden “bilinen meyveler” denilmiş olabilir. 42. âyetteki “türlü meyveler” ifadesi bir önceki âyette geçen rızıkların ne olduğunu açıklamaktadır. Müfessirlere göre “meyveler” kelimesi, cennet nimetlerinin beslenme amaçlı değil, lezzet amaçlı olduğunu göstermektedir; çünkü orada yaşamak için dünyadaki gibi beslenmeye ihtiyaç duyulmayacaktır. Taberî’nin 45. âyetin tefsiri münasebetiyle Süddî’den naklettiğine göre Araplar şarap dolu kaba “ke’s” kadeh, boş olanına da “inâ’” kap derlerdi XXIII, 53. Taberî ve sonraki müfessirler, Süddî’nin verdiği bu bilgi yanında Katâde, Dahhâk gibi başka âlimlere dayanarak bu kelimenin Kur’an’da da özellikle “şarap dolu kâse” anlamında kullanıldığını belirtirler.“İçenleri sarhoş etmez” diye çevirdiğimiz 47. âyetin ilgili kısmına, kıraat farkından dolayı, “İçilmekle tükenmez” şeklinde de mâna verilmiş; 48. âyetteki “kısa bakışlı, ürkek bakışlı kadınlar” anlamına gelen “kåsırâtü’t-tarf” ise mecazi bir ifade olup “sadece eşlerine bakan, eşlerinden başkasında gözü olmayan kadınlar” şeklinde açıklanmıştır bk. Taberî, XXIII, 54-56; İbn Atıyye, IV, 472-473.Tahtlar üzerinde karşılıklı oturan 44. âyet cennet ehlinden bir grup arasındaki konuşmalardan bir kesit veren temsilî bir anlatım olup iki insan tipi, dolayısıyla iki inanç grubunun âkıbetleri arasında bir karşılaştırma yapılmakta; dünyadayken âhirete inanan ve hayatlarını bu inancın yüklediği sorumluluk bilinciyle geçirenlerin en sonunda inandıkları şeyin doğruluğunu görecekleri ve –41. âyetten itibaren özetlendiği şekilde– iyiliklerinin karşılığını cennetteki mutlu bir hayat olarak alacakları; âhirete inanmayan, dolayısıyla vicdanlarında nihaî sorumluluğa yer vermeyen ve sorumsuzca bir hayat geçirenlerin de cehennemde onulmaz bir bedbahtlığa gömülecekleri anlatılmaktadır.“Artık bir daha ölmeyeceğiz değil mi?” anlamındaki soru cümlesi, cennet hayatının sonsuzluğu konusunda bir kuşku ifadesi değil, orada bulunanların, nâil oldukları nimetlerden dolayı hissettikleri şaşkınlık ve mutluluğun büyüklüğünden dolayı söylenecek bir sözdür Râzî, XXVI, 139. “Önceki ölüm”le bireyin dünya hayatının son bulduğu ölümü kastedilmiştir. “Amel sahipleri böylesi bir kurtuluş için çalışmalıdırlar” ifadesi ise âhiret mutluluğunu kazanmanın, dünyada bu uğurda harcanacak çabaya bağlı olduğunu el-İsfahânî zakkûm kelimesini kısaca, “cehennemde bulunan iğrenç yiyecekler” şeklinde açıklar el-Müfredât, “zkm” md. Kaynaklar, Yemen’in Tihâme bölgesiyle çöle yakın kurak arazilerde yetişen, küçük yapraklı, kötü kokulu, deriye isabet ettiğinde ölüme götürebilecek ölçüde yara açan zehirli bir bitkiye zakkum denildiğini belirtirler İbn Âşûr, XXIII, 122. 65. âyette zakkumun tomurcuklarının “şeytanların kelleleri”ne benzetilmesi, onun gerek tadı gerekse görünüşü itibariyle son derece iğrenç olduğuna delâlet eder. Nitekim Araplar çirkin görüntülü şeylere, “şeytanın kellesi gibi” derlerdi. Bir yılan türüne şeytan isminin verildiği, dolayısıyla âyette zakkum başağının yılan başına benzetilmiş olabileceği de söylenmektedir Taberî, XXIII, 64; Zemahşerî, III, 302. Müfessirler genellikle “Kur’an’da lânetlenen ağaç” tabiriyle İsrâ 17/60 zakkumun kastedildiğini belirtirler. Zemahşerî, 62. âyet metnindeki “nüzül” kelimesiyle müminlerin cennette nâil olacakları güzel ikramlara, zakkum kelimesiyle de inkârcıların cehennemde maruz kalacakları elem ve acılara işaret edildiğini belirtir ve her iki durumu da insanların kendi seçimlerinin birer sonucu olarak gösterir III, 302.“Sınama aracı” diye çevirdiğimiz 63. âyetteki fitne, “sınav, deneme” demektir; Kur’an’da daha çok müminin inancını tehlikeye sokan, yer yer de burada olduğu gibi inkârcıların bir imtihan vermelerine yol açan sıkıntılı olaylar, durumlar için kullanılır bilgi için bk. Bakara 2/191. Müfessirler zakkum ağacının bir fitne deneme aracı olarak gösterilmesini de şöyle açıklarlar Cehennemde böyle bir ağaç bulunacağı bildirilince Ebû Cehil gibi fırsatçı müşrikler, “Muhammed hem cehennemin taşı bile kavuracağını söylüyor hem de orada ağaç biteceğinden söz ediyor” diyerek Resûlullah’ı alaya almışlar, bunun üzerine konumuz olan âyet inmiştir Taberî, XXIII, 63-64; İbn Atıyye, IV, 475. Buna göre söz konusu ağaçla ilgili olarak Kur’an’da verilen bilgi bir imtihandır; mümin bu bilgiye inanmakla bu imtihanı da kazanmış, kâfir ise inkâr etmekle imtihanı kaybetmiş yukarıda belirtilen kötü sonla karşılaşmalarının sebebini özetleyen bu âyetlerde Câhiliye Arapları örneğiyle taklitçilik denilen genel bir tutum yanlışlığına dikkat çekilmekte; insanın atalarına veya herhangi bir kişi ya da zümreye olan saygısının, onların yanlış inanç ve fikirlerini, kötü davranışlarını benimseyip devam ettirmesini mazur gösteremeyeceği, aksine onun ebedî hayatını mahvedeceği uyarısı yapılmaktadır.“Onlar”dan maksat, putperest atalarını körü körüne taklit eden Araplar’dır. Henüz inkârcıların sayılarının müminlerden çok olduğu Mekke döneminde inen bu âyetlerde hidayet ve dalâletin ölçüsünün azlık-çokluk değil, doğruluk-yanlışlık şeklindeki sabit ve objektif değerler olduğu; nitekim geçmiş çağlarda da kendilerine peygamberler gönderilip uyarılmış oldukları halde nice toplumların, sayılarının çokluğuna rağmen, inkâr ve günahlarda ısrar ederek yollarını sapıtmaları yüzünden başlarına gelen felâketlerle yok olup gittikleri, sadece içtenlikle Allah’a inanıp yolundan gidenlerin kurtulabildikleri hatırlatılmaktadır. Burada inkârcılara yönelik bir uyarı bulunduğu gibi Hz. Peygamber’e de onların çokluğuna bakarak ümitsizliğe kapılmadan görevini sabırla sürdürmesi yönünde bir teşvik vardır Râzî, XXVI, 143.Yukarıda geçmişteki topluluklara da uyarıcı elçiler gönderildiği belirtilmişti. Buradan 148. âyete kadar geçen bölümde bu konuya dair bazı örneklere işaret edilmektedir. Örneklerden ilki Hz. Nûh ve kavminin durumudur. Nûh’un rabbine hangi sözlerle yakardığı konusunda onun ismini taşıyan sûrede bilgi verilmektedir. Bu bilgilere göre Nûh aleyhisselâm, bütün çabalarına rağmen kavminin inkâr ve isyanda direnmeleri sonucunda onların durumunu Allah’a arzetmiş ve sonuçta yüce Allah, –Nûh’un karısı ve bir oğlu da dahil olmak üzere bk. Hûd 11/42-43; Tahrîm 66/10– inkâr ve isyanda direnenleri 76. âyette belirtilen “büyük felâket”le yani tûfanla cezalandırmış bk. Hûd 11/36-49, Nûh ve ailesiyle diğer müminleri ise bu felâketten kurtarmış ve böylece Nûh’un soyunu yaşatmıştır. Eski tefsir ve tarih kitaplarında, Kitâb-ı Mukaddes’teki bilgiler doğrultusunda bk. Tekvin, 6-9. bablar, bütün insanlığın sadece Nûh’un Sâm, Hâm ve Yâfes isimli üç oğlunun soyundan gelişip yayıldığı belirtilir Meselâ bk. Taberî, XXIII, 67-68. Buna göre Nûh tûfanından sonra yeryüzünde sadece Nûh’un soyu devam etmiştir. Tefsirlerde buna karşılık iki farklı görüşten daha söz edilmektedir a Şevkânî’nin aktardığı bir görüşe göre IV, 458 âyetteki, “Nûh’un soyu”ndan maksat, onunla birlikte tûfandan kurtulan müminlerdir. Nitekim İsrâ sûresinde 17/3 Nûh ile birlikte taşınanların soyundan, Hûd sûresinde de 11/48 Nûh ile birlikte olan gruplardan, milletlerden ümem söz edilmektedir. Buna göre Nûh ile birlikte kurtulanların soyu da devam etmiştir. b Tûfanın bütün dünyayı kapladığı, dolayısıyla yeryüzünde Nûh’un gemisinde bulunanlardan başka kurtulan kalmadığı görüşü yaygın olmakla birlikte Nûh’un, Hz. Muhammed gibi bütün insanlığa gönderilmediği, sadece kendi kavminin peygamberi olduğu, şu halde burada ve diğer ilgili âyetlerde verilen tûfanla ilgili bilgilerin de bu sınır dahilinde anlaşılması gerektiği kanaatinde olanlar da vardır. Buna göre tûfan bölgeseldir; Nûh’un davetinin ulaşmadığı, tûfanın dışında kalan bölgelerdeki insanların nesilleri de devam etmiştir Âlûsî, XXIII, 98; ayrıca bk. Hûd 11/42-43. 80. âyetteki muhsin kelimesinin mastarı olan ihsan, genel olarak imanda doğruluk ve içtenliği, söz ve davranışta iyilik ve güzelliği ifade eden geniş kapsamlı bir Kur’an terimidir bk. Bakara 2/112. Âyette bütün peygamberler gibi Hz. Nûh’un da belirtilen anlamıyla ihsan içinde geçen bir hayat yaşadığına, bu yönüyle de insanlığa örnek olduğuna işaret edilmektedir.“Yolunu izleyenler” diye çevirdiğimiz 83. âyet metnindeki şîa kelimesi, “önder konumundaki birine tam bağlılık gösterip onun yolundan gidenler, ona ve etrafındakilere yardım edenler, destek verenler” anlamında kullanılır İbn Âşûr, XXIII, 136. Bu ifade, Hz. Nûh’tan sonra gelen Hûd ve Sâlih peygamberler gibi Hz. İbrâhim’in de Nûh’un tebliğ ettiği tevhid inancını devam ettirmek suretiyle onun yolunu izlediğini, onunla aynı inanç ilkelerini ve temel değerleri paylaştığını; onun gibi halkını inkârdan, şirkten ve isyankâr davranışlardan kurtarma mücadelesi verdiğini gösterir. “Tertemiz kalp” diye çevirdiğimiz 84. ayetteki kalb-i selîm deyimi, inkâr ve şirkten, kibir, gurur, kıskançlık, kin, öfke, riya, cimrilik gibi ahlâkî hastalıklardan ve nefsânî tutkulardan kurtulmuş; ruha yetkinlik kazandıran ve erdemli davranışların kaynağı, güzel hasletlerle bezenmiş olan mânevî kişiliği ifade eder İbn Âşûr, XXIII, 137. Hz. İbrâhim böyle bir kişiliğe sahip olduğundan, kendisine uyanlarla birlikte müslümanlar için “güzel bir örnek” olarak gösterilmiştir Mümtehine 60/4.Çok tanrıcı inançları sebebiyle babasını ve halkını eleştiren Hz. İbrâhim, putları kırmayı planlıyordu; bunun için 88. âyetteki deyimiyle “Yıldızlara şöyle bir baktı”, ardından kendisinin hasta olduğunu söyledi. Râzî, Hz. İbrâhim’in yıldızlara bakması ve kendisinin hasta olduğunu belirtmesi hususunda şu iki soruyu sormaktadır 1. Yıldızlara bakmak onlardan kehanet yollu bilgiler almak câiz olmadığına göre İbrâhim bunu nasıl yapabilir? 2. O, gerçekten hasta değilse neden asılsız olarak “Ben hastayım” demiştir? Râzî, bu sorulara verilen cevapları da şöyle sıralar a Muhtemelen kendisi gerçekten bir nöbetli hastalık geçiriyordu ve hastalık nöbetinin başlama vaktini yıldızların durumundan anlamak üzere göğe baktı ve o vaktin geldiğini anladığı için “Ben hastayım” dedi. b İbrâhim’in kavmi astrolojiye önem verir, bu yolla tahminlerde bulunur, hüküm çıkarırlardı. Hz. İbrâhim de halkı kadar astroloji konusunda maharetli idi. Şu halde âyette onun yıldızlara bakarak değil, geleneksel astroloji bilgisine müracaat ederek hasta olduğu sonucunu çıkardığı bildirilmektedir. Nitekim hasta olduğunu söyleyince yanındakiler sözüne inandılar XXVI, 147. İbn Atıyye’nin aktardığı bir yoruma göre “yıldız” anlamına gelen necm kelimesinin, mecazi olarak “bir şeyin insanın içine doğması” anlamına da geldiği dikkate alınarak âyeti, “Kavminin hallerine ve kendisinin onlarla ilgili durumuna dair içine bir fikir doğdu ve o bu fikre baktı, ona itibar etti...” şeklinde anlamak mümkündür. Müfessirler, Hz. İbrâhim’in, hasta olmadığı halde inkârcı topluluğu başından savıp putları kırmak için hasta olduğunu söylemesinin peygamberlik sıfatıyla uyuşup uyuşmadığı konusuna açıklık getirmeye çalışmışlardır. İslâm inancına göre doğruluk sıdk, güvenilirlik emanet, yüksek zihin kabiliyeti fetânet, günahtan korunmuşluk ismet ve ilâhî tâlimatı insanlara eksiksiz ulaştırma tebliğ peygamberlerin temel özellikleridir. Dolayısıyla herhangi bir meşrû mazeret yokken onların yalan söyleyebileceği düşünülemez. İbn Atıyye, peygamberler hakkında câiz olmayan yalanın, hiçbir şerî faydası olmadığı halde asılsız bir söz söylemek olduğunu ifade eder IV, 478. İbrâhim ise, “Ben hastayım” derken putperestleri yanlarından uzaklaştırarak putları kırmak, dolayısıyla hayırlı bir iş yapmak istiyordu. Şu halde o, peygambere yakışmayan bir iş yapmak şöyle dursun, tam aksine, bir peygamberin birinci görevi olan putperestlikle mücadele amacı taşıyordu; sonuçta asıl niyeti yalan söyleyerek insanları aldatmak değil, putları kırmak ve böylece putperestlikle mücadele görevini yerine getirmek olduğu için herhangi bir günah işlemiş değildir. Nitekim Gazzâlî, şöyle der “Yalan söz, özü gereği değil, muhataba veya başkasına bir zarar doğurduğu için haramdır... Söz, maksatlara ulaşmaya vesiledir. Eğer maksada doğru sözle ulaşılabiliyorsa yalan söylemek haramdır. Maksada ancak yalan söyleyerek ulaşılabiliyorsa ve bu maksat da meşrû ise yalan söylemek sakıncalı değildir; hatta maksat –meselâ bir mâsum müslümanın canını kurtarmak gibi– zorunlu bir görev olup bu görevi yerine getirmek için yalan söylemek gerekiyorsa bu durumda yalan söylemek farz olur” İhyâ, III, 137. Zemahşerî, İbrâhim’in yıldızlara bakmasını şöyle açıklar İbrâhim’in kavmi yıldızperestti; bu sebeple o, yanındakilere, yıldızlara bakarak astroloji sayesinde yıldızlardan kendisinde bir hastalık bulduğu sonucunu çıkardığını ima etti III, 304. Asıl maksadı ise yalnız kalarak putları kırıp dökmek, böylece onların –tanrı olmaları şöyle dursun– kendi kendilerini korumaktan bile âciz nesneler olduklarını göstermekti; her şeyi planladığı şekilde gerçekleştirdi. Sonuç olarak bize göre Hz. İbrâhim, aslında kendisi böyle bir şeye inanmamakla birlikte halk, gök cisimlerinden haber alınabileceğine inandığı için yıldızlara bakarak güya oradan kendisinin hasta olduğu yolunda bir hüküm çıkardığını söylemiştir. Sonra da hasta olmadığını, onları denediğini, yıldızlardan hüküm çıkarmanın aslı esası olmadığını bu denemeyle ortaya koymuştur; nitekim aynı yıldızlara bakan ve bu işten anladığını söyleyen insanlar da sonunda yanıldıklarının farkına varmışlardır. Bütün bu yorumlar “Yıldızlara ... baktı” diye çevirdiğimiz cümleyi, “Geleceğe dair bilgi almak için astrolojiye müracaat etti” şeklindeki anlamaya dayanmaktadır. Halbuki bu cümle, oradakileri savmak için “Bir çare düşündü” mânasını da ifade etmektedir Şevkânî, IV, 459. Hz. İbrâhim’in, inkârcılara karşı yönelttiği “Peki, âlemlerin rabbiyle ilgili düşünceniz nedir?” meâlindeki sorusu genellikle, “Allah âlemlerin rabbi olduğu halde siz kalkıp başka varlıkları tanrı kabul eder ve onlara taparken, yarın Allah’ın huzuruna vardığınızda O’nun sizin hakkınızda nasıl bir hüküm vereceğini, nasıl bir muameleyle karşılaşacağınızı hiç düşünüyor musunuz?” şeklinde bir uyarı ve eleştiri olarak yorumlanmıştır Taberî, XXIII, 70; farklı yorumlar için bk. İbn Âşûr, XXIII, 139-141. Ancak bunu, “Âlemlerin bir rabbi, yaratıcı ve yöneticisi olduğuna inanıyor musunuz? Aslında sizin dinî geleneğinizde bu inanç vardır. Şu halde O’nu bırakıp da putlara nasıl tapabilirsiniz?” şeklinde anlamak da mümkündür. Kur’ân-ı Kerîm’in, putlara yönelik olarak Hz. İbrâhim’in ağzından aktardığı, “Neden bir şeyler yemiyorsunuz; neyiniz var, niçin konuşmuyorsunuz?” şeklindeki müstehzî sözlerde aslında putperest Araplar’a yönelik alay yollu bir uyarı İbrâhim’in putları kırması etrafında gelişen olaylar burada en dikkate değer yönleriyle özetlenmiş; başka sûrelerde ise daha ayrıntılı bilgi verilmiştir. Şöyle ki, halk bayram şöleni için şehrin dışına çıkınca İbrâhim, hasta olduğunu söyleyerek yalnız kalmış; bu sırada, en büyüğü dışındaki bütün putları kırmıştı. Törenden dönenler durumu görünce, yaptıkları soruşturma sonucunda İbrâhim’i sorguya çekmişlerdi. Bu sırada bâtıl inançlarına karşı Hz. İbrâhim’in yönelttiği eleştirilere karşı inançlarını savunamayan, haklı cevaplar bulamayan putperestler, onun varlığını ortadan kaldırmak istediler; ancak bir mûcize gerçekleşti ve Allah onu yanmaktan korudu Hz. İbrâhim’in eleştirileri, putları kırması ve diğer gelişmeler konusunda ayrıntılı bilgi için bk. Enbiyâ 21/51-70. Artık halkını putperestlikten vazgeçiremeyeceğini anlayan İbrâhim, yurdunu terketti. “Ben rabbime gidiyorum, O bana yol gösterecektir” ifadesi, Allah’ın buyruğuna uyarak ülkesinden ayrılıp O’nun kendisi için takdir ettiği başka bir yere gideceğini açıkladığı şeklinde yorumlanmaktadır Zemahşerî, III, 306; Hz. İbrâhim ve hayatı hakkında bilgi için bk. Bakara 2/124. Hz. İbrâhim’in, putperestlerin inançlarındaki mantıksızlığı açıkça ortaya koymak üzere 96. âyette geçen, “Oysa sizi de yaptıklarınızı da Allah yarattı” şeklindeki sözü iki şekilde açıklanmıştır a “Sizi de sizin yaptığınız putları da Allah yarattı.” Böylece yaratılmış olanın yaratılana ortak koşulmasındaki mantıksızlık dile getirilmektedir. b “Sizi de sizin amellerinizi, işlerinizi de Allah yarattı.” Şu halde Allah dilemese ve insanlara iş yapma gücü ve imkânını vermeseydi hiç kimsenin hiçbir eylemde bulunması mümkün değildi. Kader inancına bağlı olan Ehl-i sünnet bu açıklamayı, Mutezile ise ilk açıklamayı benimsemişlerdir kader konusuyla ilgili bilgi için bk. Bakara 2/7, 286.Dilcilerin hem zihinsel gelişmişlik hem de ahlâkî olgunluk anlamı içerdiğini belirttikleri, bu sebeple “akıllı ve iyi huylu” diye çevirdiğimiz halîm, Kur’ân-ı Kerîm’de, on bir âyette “sabırlı, yapacağını aceleyle ve kızgınlıkla yapmayan” anlamında Allah’ın sıfatı olarak geçmektedir bilgi için bk. İsrâ 17/44. “Sabırlı ve temkinli, akıllı, ağır başlı” gibi anlamlar içeren diğer dört kullanımından ikisi Hz. İbrâhim Tevbe 9/114; Hûd 11/75, biri Hz. Şuayb Hûd 11/87 hakkındadır. Sonuncusunun da konumuz olan âyette Hz. İbrâhim’e müjdelenen oğlu ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır. “Çocuk, babasıyla beraber iş güç tutacak yaşa gelince” diye çevirdiğimiz 102. âyetin ilgili kısmı, “Çocuk, babasının yanında koşup dolaşacak yaşa gelince” şeklinde de anlaşılmıştır. Âyette Hz. İbrâhim’e müjdelenen ve daha sonra kurban edilmesi istenen bu çocuğun isminin verilmemesi, onun İbrâhim’in İsmâil ve İshak isimli iki oğlundan hangisi olduğu hususunda tartışmalara yol açmıştır. Tevrat’ta onun İshak olduğu bildirilmektedir Tekvin, 22/9-13. Taberî, her iki yöndeki rivayetleri aktardıktan sonra kendisi, müjdelenen ve kurban edilmek istenenin İshak olduğunu kabul eder XXIII, 76-79, 81-83; 83-86. İbn Atıyye de Ashaptan Abbas ve oğlu Abdullah ile Hz. Ali, Abdullah b. Mesûd, Kâb el-Ahbâr, Ubeyd b. Amr’ın isimlerini de vererek, “Âlimlerin çoğu”na göre müjdelenen ve kurban edilmek istenen çocuğun İshak olduğunu, “İsmâil’dir” diyen “bir fırka”nın da bulunduğunu belirtir IV, 480. Zemahşerî, âyetin uslûbundan bu çocuğun erkek olduğu, kurban edilmek istendiğinde buluğ çağına ulaştığı ve halîm olduğu sonucunu çıkarmakta; hilmine en güzel kanıt olarak, hayatı söz konusu olduğu halde “İnşaallah beni sabredenlerden biri olarak bulacaksın” demek suretiyle kurban edilmesiyle ilgili buyruğa teslim olmasını göstermekte III, 347, daha sonra kurban edilmesi istenenin veya İshak olduğunu ileri sürenlerin gerekçelerini sıralamaktadır III, 306-307. Râzî de İshak ve İsmâil diyenlerin gerekçelerini maddeler halinde zikrettikten sonra, eğer İshak ise kurban olayının Diyârışam’da, bir görüşe göre Kudüs’te, İsmâil ise Mina’da Mekke geçmiş olması gerektiğini belirtmektedir. Râzî, sonuçta Zeccâc’ın, “Hangisinin kurban edildiğini en iyi Allah bilir” dediğini belirtmekte ve kendisi de, “Evet en iyi Allah bilir” diyerek bu hususta bir tercih yapmaktan kaçınmaktadır XXVI, 133-155. Şevkânî de tartışmaların geniş bir özetini verdikten sonra her iki tarafın görüşlerinin de tartışmaya açık olduğunu belirtmekle yetinir IV, 462. Sonuç olarak 100-101. âyetten anlaşıldığına göre Hz. İbrâhim bu duasından sonra ilk oğluna sahip olmuştur. Gerek Tevrat’ın beyanı Tekvin 16/15-16 gerekse bu sûrenin 112-113. âyetlerinin içeriği, ilk oğulun Hz. İsmâil olduğunu gösteriyor. Kurban edilmesi istenen de ilk oğul olduğuna göre bunun İsmâil olması kuvvetle muhtemeldir. Öte yandan konumuz olan âyetlerin asıl amacı, kurban olayının kahramanlarını tanıtmak ve olayın tarihsel gelişimini anlatmak değil, Hz. İbrâhim’in tevhid mücadelesinden alınacak dersleri hatırlatmak, onun çok sevdiği oğlunu bile Allah uğrunda feda etmekten kaçınmayacak kadar ilâhî iradeye teslim oluşundan ders almamızı sağlamak; kezâ oğlunun da yaşının küçüklüğüne rağmen aynı teslimiyet şuuruna sahip olduğunu bir ibret levhası olarak ortaya verilen ayrıntılı bilgilere göre Hz. İbrâhim, rüyasında aldığı buyruğu yerine getirmeye karar verip gerçekleştirmek üzereyken, bu tutumuyla Allah tarafından tâbi tutulduğu büyük teslimiyet sınavını kazandığı için Allah Teâlâ, Cebrâil aracılığıyla Zemahşerî, III, 307 görkemli bir koç göndererek oğlunun yerine bunu kurban etmesini istemiş, İbrâhim de öyle yapmıştır. Hz. İbrâhim, daha önce yakılmayı göze alacak derecede tehlikelere göğüs gererek putperestlere karşı mücadele verdiği gibi bu defa da evlâdını kurban etme buyruğuna da tereddütsüz boyun eğmiş; bu büyük özveriye karşı yüce Allah hem onun vaktiyle ateşte yanmasını önlemiş hem de şimdi oğlunu ölümden kurtarmıştır. 105 ve 110. âyetlerde iki defa tekrar edilen, “İşte iyileri biz böyle ödüllendiririz” ifadesi bu lutuflara işaret etmekte; 108-109. âyetlerde de İbrâhim’in sonraki bütün kuşaklar arasında selâm ve saygıyla anılmasının sağlandığı, isminin ebedîleştirildiği bildirilmektedir. Nitekim bugün de Hz. İbrâhim kitâbî dinlerde saygın bir yere sahiptir. Biz müslümanlar, bütün peygamberleri derin bir saygıyla andığımız gibi özellikle “Allahümme salli...” ve “Allahümme bârik...” diye başlayan dualarımızda Peygamber efendimizin yanında Hz. İbrâhim’e de dua Hz. İbrâhim’in ikinci oğludur; İsmâil’in annesi Hacer, İshak’ın annesi Sâre’dir. Kitâb-ı Mukaddes’e göre Hz. İbrâhim 86yaşındayken İsmâil, 100 yaşındayken İshak dünyaya gelmiştir Tekvin, 16/16, 21/5; İshak’ın doğumuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Hûd 11/69-83; Hicr 15/53-56. Kurban edilmesi istenenin İshak olduğunu savunanlara göre buradaki müjde onun doğumuyla değil, peygamber olmasıyla ilgilidir bk. Taberî, XXIII, 88. İshak’ın, peygamber olması yanında “sâlihlerden biri” olarak da nitelenmesi, şanının yüceliğine delâlet eder Şevkânî, IV, 464. İbrâhim ve İshak’a “bereketler” verilmesi, ikisinin de dünya durdukça saygı ve övgüyle anılmaları, nesillerinin çoğalarak devam etmesi, İsrâiloğulları’nın bütün peygamberlerinin İshak’ın soyundan gelmesi şeklinde açıklanmıştır Zemahşerî, III, 310; Râzî, XXVI, 159. “İyi” diye çevirdiğimiz 113. âyetteki muhsin kelimesi, doğru bir inanca sahip olmaları yanında işlerini de en güzel şekilde yapanları; “kendine kötülük eden” diye çevirdiğimiz zâlimün li-nefsih deyimi de inkârcı ve isyankâr tutumlarıyla bizzat kendilerinin mânevî varlıklarına zarar verenleri ifade etmektedir Şevkânî, IV, 464. Râzî, “Onların soyu içinde iyisi bulunduğu gibi açıkça kendine kötülük edeni de olacaktı” meâlindeki bu kısmı, “Ataların üstünlüğü, evlâtlarının da üstün olmasını gerektirmez; bu sebeple yahudiler bundan kendilerine bir övünç payı çıkarmamalıdırlar” anlamında bir uyarı olarak değerlendirir XXVI, 159.Mûsâ ve Hârûn’un peygamberliklerinin, ataları İbrâhim ve İshak’tan kalan bir miras değil, Allah Teâlâ’nın onlara bir lutfu olduğu bildirilmektedir. “Büyük sıkıntı”dan maksat, Şevkânî’nin ifadesiyle IV, 467 Firavun yönetiminin, Mısır’da yaşayan İsrâiloğulları’na köle muamelesi uygulaması, bu muameleden dolayı çektikleri maddî ve mânevî sıkıntılardır bilgi için bk. Arâf 7/104-105. “Açık seçik anlaşılabilen kitap” ise Tevrat’tır. Bu âyetlerde İsrâiloğulları’nın Hz. Mûsâ önderliğinde Mısır’dan ayrılıp Sina yarımadasına geçmeleri ve Tevrat’ın indirilmesi konusunda kısaca bilgi verilmekte, Allah’ın Mûsâ ve Hârûn ile İsrâil kavmine büyük lutufları hatırlatılmaktadır ayrıntılı bilgi için bk. Bakara2/49-93; Arâf 7/103-156.İlyâs aleyhisselâm Ahd-i Atîk’te İlya ismiyle geçen peygamberdir II. Tarihler, 21/12. Bu ismin, Yunanca ve Latince’deki Elias, Etiyopya dilinde Elyas şeklinde okunduğu, bu son okunuşunun Arapça’ya İlyâs şeklinde geçtiği belirtilir. Yahudi kaynaklarında İlyâs’ın milâttan önce IX. yüzyılda yaşadığı bildirilir. İsrail Kralı Ahab’ın, Sâmiriye’de Baal adlı sözde tanrı için bir mâbed yaptırmasına İlyâs karşı çıkmış, bâtıl inançlarla mücadele etmiştir. Enâm sûresinde 6/85 onun adı on yedi peygamberle birlikte “sâlihlerden biri” olarak anılmaktadır. Yahudi ve hıristiyan kültüründe İlyâs’ın ölmediği, bedeni ve ruhuyla semaya yükseltildiği kabul edilmektedir. Ahd-i Atîk’in sonunda Malaki, 4/5-6 Tanrı’nın “dünyayı lânetle vurmaması için” İlya’nın İlyâs tekrar dünyaya gönderileceği bildirilmektedir. Bu sebeple yahudiler ve daha sonra hıristiyanlar, semaya çekilen İlyâs’ın tekrar dünyaya döneceğine inanmışlardır. Hz. Yahyâ’nın beklenen İlyâs olduğuna inananlar da olmuştur. Ahd-i Cedîd bu konuda Hz. Îsâ’dan farklı açıklamalar aktarmaktadır meselâ bk. Matta, 11/ 14; krş. Luka, 1/17. İlyâs’ın halen hayatta olduğuna dair Kur’an’da ve hadislerde bilgi yoktur. İsrâiliyat türü rivayetlerde bu yönde açıklamalar bulunmakla birlikte âlimlerin çoğu İlyâs’ın öldüğü kanaatindedirler. Ayrıca bazı rivayetlerde onun İdrîs peygamberle aynı kişi olduğu ileri sürülmüşse de meselâ bk. Buhârî, “Enbiyâ”, 4; Taberî, XXIII, 91, bunlar farklı zamanlarda yaşamış iki ayrı geçen İlyâsîn’le ilgili olarak “Âl-i Yâsîn” şeklindeki kıraat farkını da dikkate alan değişik açıklamalar yapılmıştır. Sonuncu okunuşu tercih eden İbn Âşûr, İlyâs’ın bir adının da Yâsîn olduğunu belirten görüşten hareketle Âli Yâsîn’in, “Yâsîn’in dinini kabul edip ona tâbi olan ve yardım edenler” anlamına geldiğini belirtir XXIII, 170. Ancak bize göre İlyâsîn şeklindeki kıraatı tercih etmek, bununla da Hz. İlyâs’ın kastedildiğini düşünmek daha isabetli görünmektedir. Bu durumda İlyâs isminin sonundaki “în” eki, ismin aslından olmayıp âyetlerin sonundaki nazma uygun düşmesi için getirilmiştir Hasan el-Mustafavî, I, 113 vd.; İlyâs hakkında bk. Ömer Faruk Harman, “İlyâs”, DİA, XXII, 160-162. Baal, Başta Kenânîler olmak üzere eski Yakındoğu topluluklarının çoğunda tanrı ismi olarak kullanılan bir kelimedir. Kenan ülkesinde bereket verme, yağmur yağdırma, verimli kılma fonksiyonlarına sahip bir tanrı olarak kabul ediliyordu. İsrâiloğulları, Yeşu isimli peygamberin ölümünden sonra Baal’e tapmaya başlamışlardı Hâkimler, 2/11-13. İlyâs, Baal inancını ortadan kaldırarak gerçek tanrı olan Yahve inancını tekrar hâkim kılmak için mücadele vermiştir. Konumuz olan âyetlerle İlyâs’ın bu mücadelesine değiniliyor. Önceleri soyut bir tanrı olarak tasavvur edilen Baal’in, zamanla boğa şeklinde temsil edilip putlaştırıldığı bildirilmektedir bilgi için bk. Suat Yıldırım, “Bal”, DİA, IV, 553-554. Bu âyetlerde Hz. İlyâs’ın Baal inancına karşı çıkmasından söz edilmesinin asıl amacı, geçmişteki bütün peygamberlerin tevhid inancında birleştiklerini, bu inancı yerleştirmek ve devam ettirmek için çalıştıklarını ve bu sayede isimlerinin ebedîleştirildiğini aleyhisselâm, Hz. İbrâhim’in yeğeni olup Ölüdeniz kıyısındaki Sodom ve Gomore’de Ammûre peygamber olarak görevlendirilmiştir. Halkı, onun uyarılarına rağmen sapkın inanç ve yaşayışlarından vazgeçmeyince büyük bir felâketle yok edilmişlerdir bk. Arâf 7/80-84; Hûd 11/77-83; Hicr 15/58-77. Lût’un ülkesi Araplar’ın kuzeye doğru ticaret yolculuğu yaptıkları güzergâhta olduğu için bu kavme ait kalıntıları görmeleri ve bunlardan ibret almaları gerektiğine işaret edilmektedir bk. Hicr15/78. “Yaşlı kadın”, Lût’a iman etmeyen eşidir bk. Tahrîm 66/10.Yûnus aleyhisselâm, Kur’ân-ı Kerîm’de altı yerde anılmaktadır; Nisâ sûresinde 4/163 kendilerine vahiy gönderilen peygamberler arasında zikredilmekte; Enâm sûresinde 6/86 on yedi peygamberin ismi sıralanırken onun da adı geçmekte; Yûnus sûresinde 10/98 kavminin inkârdan vazgeçerek helâk edilmekten kurtuldukları bildirilmekte; Enbiyâ sûresinde 21/87-88 tebliğinin başlangıcında halkının kendisine inanmamasına kızarak ülkesini terkettiği, ancak Allah tarafından sıkıntıya uğratılınca yanlışlığının farkına varıp “karanlıklar içinde” balığın ağzında iken, “Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben kötü işler yapmışım!” diyerek Allah’a yakardığı; bunun üzerine duasının kabul edilip sıkıntı ve kederden kurtarıldığı bildirilmekte; Kalem sûresinde 68/48-50 sabırsızlık gösterip öfkeye kapılması eleştirilmekte, ardından Allah’ın nimeti sayesinde içine düştüğü durumdan kurtulduğu anlatılmaktadır. Konumuz olan âyetlerde ise ülkesinden ayrıldıktan sonra başına gelenler hakkında kısa bilgi yer almaktadır. Kur’an’ın amacı, salt tarihî bilgi vermek değil, olayın ibret verici yönünü öne çıkarmak olduğu için onun hayatı hakkında daha fazla ayrıntı vermeye gerek görülmemiştir. Kitâb-ı Mukaddes’te Hz. Yûnus hakkında genel hatlarıyla Kur’an’da verilenlerle de uyuşan daha ayrıntılı bilgi bulunmaktadır Yunus, 1-4. bablar. Buna göre milâttan önce VIII. yüzyılda Asur Devleti’nin başşehri Ninevâ’nın halkını Allah yoluna davet etmesi için Rab tarafından görevlendirilen Yûnus, bu emri dinlemeyip ülkesinden kaçmak üzere Yafa’dan Tarşiş’e Tarsus gidecek olan bir gemiye biner. Fırtınaya yakalanan geminin batmaması için bütün yükü denize bırakıldığı gibi çekilen kur’a sonucu Yûnus da atılır ve onu Rabbin gönderdiği bir balık yutar. Balığın karnında hatasını anlayıp dua eder; bunun üzerine balık onu karaya kusar. Tekrar Ninevâ’ya gitmekle görevlendirilir. Halkı tövbe edip kendisine inanır ve cezalandırılmaktan kıssasından çıkan sonuç şudur Allah Teâlâ peygamberlerini, başlarına gelen olağan dışı olaylarla eğitmiş, zorlu geçecek bir tevhid mücadelesine hazırlamıştır. Hz. Yûnus’un büyük bir balık, muhtemelen bir balina aracılığıyla boğulmaktan kurtulması mûcizevî bir olaydır. 143. âyetin lafzı, onun, balığın karnına girmeden ağzında tutulmuş olduğu şeklinde anlamaya uygundur. Tefsirlerde verilen bilgiye göre Yûnus kavmini uzun süre bir rivayete göre otuz üç sene putperestlikten vazgeçirip tevhid inancını benimsemeye çağırmışsa da bunda başarılı olamayınca artık onların ıslah olmayacağını düşünüp kızgınlıkla ülkesini terketmiş ve bu sabırsızlığı sebebiyle cezalandırılmıştır bk. Enbiyâ 21/87-88. Taberî, 143. âyete dayanarak Yûnus’un, bu musibet başına gelmezden önce Allah’a karşı kulluk görevlerini titizlikle uygulamış olması sayesinde balık vasıtasıyla kurtarıldığını belirtir XXIII, 99. Buna göre onun, kötü olarak nitelediği ve pişman olduğu davranışı Enbiyâ 21/87, bir anlık gaflet ve öfkeden kaynaklanmış, çektikleriyle de bedelini ödemiştir. “...balığın karnında kalırdı” ifadesi, “...olsaydı ...olurdu” şeklinde bir varsayıma dayanıyor; yani o, iyi bir kul olmasaydı balık kendisini yutacak, orada ölecek ve tekrar dirilmesi kıyamete kalacaktı. Sûrenin başında Allah’ın birliği ve evrenin tek yaratıcı ve yöneticisi olduğu belirtildikten sonra putperestlerin buna aykırı inançları ve özellikle âhireti ve Allah’ın huzurunda hesap vermeyi inkâr etmeleri eleştirilmiş; bu tutumları yüzünden mâruz kalacakları acı âkıbet hatırlatılmış; ayrıca peygamberlerine inanmamakta direnen bazı geçmiş toplulukların bu inançsızlıklarının bedelini nasıl ödediklerine dair uyarıcı bilgiler verilmişti. Sûrenin sonuç kısmı diyebileceğimiz bu bölümde ise tekrar putperest muhatapların tutumlarına dönülmekte; onların bir başka bâtıl inançlarına, yani Allah’a çocuk isnat etmelerine, melekleri Allah’ın kızları kabul etmelerine, dolaylı olarak evlâtlar arasında ayırımcılığa giderek kızları küçümsemelerine eleştiriler yöneltilmektedir. Nitekim Huzâa ve Kinâne gibi bazı önde gelen putperest Arap kabileleri Allah’ın kızları olduğuna inanırlardı Taberî, XXIII, 105-106; Şevkânî, IV, 474. Bu inancın temelinde kız çocuklarını erkek çocuklardan daha aşağı gören bir zihniyet de vardı. Burada, –aslında saçma olmakla birlikte kendi telakkilerine göre– putperestlerin, daha değerli olanı kendilerine nisbet ederken değersiz gördüklerini Allah’a nisbet etmeleri, Allah’a karşı saygısızlıklarının bir kanıtı olarak gösterilmektedir Taberî, XXIII, 107; Zemahşerî, III, 312. Ayrıca 149-150. âyetlerdeki soru ifadeleriyle ve devamındaki, “Ne oluyor size? Nasıl yargıda bulunuyorsunuz? Hiç düşünmüyor musunuz?” şeklindeki vurgulu cümlelerle bu inancın saçmalığı ortaya konmakta, bunu kabul edenler beyinsizlik ve cahillikle suçlanıp kınanmaktadır Taberî, XXIII, 106; Zemahşerî, III, 312, 313. Böylece, Allah’a evlât isnat etmenin kesinlikle aklî ve mantıkî temele dayanmadığı açıkça ortaya konduğu gibi, “Yoksa açık bir kanıtınızmı var? Eğer gerçekten doğru sözlü iseniz belgenizi getirin” meâlindeki 156-157. âyetlerle bu inancın naklî semî delilinin yani dinî ve kitabî bir temelinin de bulunmadığı belirtilmektedir Zemahşerî, III, 312; Şevkânî, IV, 473; İbn Âşûr, XXIII, 184. Zemahşerî III, 312 putperestlerin, Allah’ın kızları olduğuna inanmakla üç yönden gerçeği saptırdıklarını belirtir a Tecsîme sapmışlardır Allah’ı cismanî bir varlık gibi düşünmüşlerdir; çünkü çocuk meydana getirmek cismanî varlıklara özel bir durumdur; b Kendilerini Allah’tan daha üstün görmüşlerdir; çünkü bâtıl telakkilerine göre daha değerli olduğuna inandıkları erkek çocukları kendilerine, değersiz olduğunu ileri sürdükleri kızları Allah’a nisbet etmişlerdir; c Yine aynı bâtıl telakkileriyle kızları aşağı varlıklar görüp melekleri de kız saymakla melekleri aşağılamışlardır ayrıca bk. İbn Âşûr, XXIII, 180. Müfessirlerin çoğu, “görülmez varlıklar” diye çevirdiğimiz158. âyetteki cinne kelimesiyle meleklerin kastedildiğini, gözle görülemez oldukları için meleklerin böyle anıldığını belirtirler; bu kelimenin bütün gayri cismanî yaratılmışları kapsadığı da söylenmektedir İbnAtıyye, IV, 488; Şevkânî, IV, 474. 158. âyet, Câhiliye döneminde bazı Arap topluluklarının Allah, cin, melek gibi metafizik varlıklar arasında akrabalık bağının bulunduğu yönünde bir inanca sahip olduklarını gösterir bu yöndeki inançlara dair bazı örnekler için bk. Taberî, XXIII, 107-108. 159. âyette Allah Teâlâ bu tür saçma yakıştırmalardan tenzih edilmektedir. Aslında Mekke putperestlerinin Allah ile görülmez varlıklar arasında akrabalık ilişkisi kurmaları ve Allah’a evlât isnat etmeleri, ulûhiyyetle ilgili bâtıl inançların bir örneği olup –159. âyetin de işaret ettiği gibi– bu bağlamda, hangi dönemde ve kimler tarafından ileri sürülürse sürülsün, Mecûsîlik’teki düalist tanrı inancı, Hıristiyanlık’taki teslîs inancı gibi Allah’ın birliğine ve şanının yüceliğine yakışmayan her türlü inanç ve isnat dolaylı olarak reddedilmektedir. Nitekim Râzî, 158. âyetle ilgili farklı yorumları sıralarken şöyle bir görüşten de söz eder “Zenâdikadan bir topluluk, Allah ile İblis’in kardeş olduğunu, Allah’ın iyilik ve cömertliği, İblis’in kötülük ve cimriliği temsil ettiğini söyler. 158. âyetin Onlar Allah ile görülmez varlık türleri arasında da bir soy birliği yakıştırdılar’ meâlindeki kısmıyla bu anlayış kastedilmiştir. Bana göre âyet hakkındaki yorumların doğruya en yakın olanı budur. Söz konusu sapkın anlayış, Yezdan ve Ehrimen diye iki tanrı kabul eden Mecûsîler’in anlayışıdır” XXVI, 168.Allah’ın ihlâslı, samimi kullarının önceki âyetlerde ele alınan saçma inançlardan uzak durduklarına işaret edildikten sonra bâtıl ve temelsiz inançların ve bu inançların taraftarlarının, gerçek müminler olan bu kullar üzerinde etkili olamayacağı, onların ayağını kaydıramayacağı; bu saptırma çabalarının ancak “cehennemi boylayacaklar” üzerinde etkili olacağı bildirilmektedir. Bu âyetlerde bir yandan inkârcıların inananlar üzerindeki kötü emelleri kırılmak istenirken bir yandan da inananlara moral ve metanet verilmekte, aynı zamanda saptırıcılara karşı uyanık ve dirençli olmaları gerektiği ima edilmektedir. Ehl-i Sünnet ve Mutezile âlimleri, bu âyetlere dayanarak kader ve irade hürriyeti konusunda yoğun bir tartışmaya girişmişler; özellikle bir kısım Ehl-i sünnet âlimleri, “Hiçbiriniz onu, Allah’a inancı hususunda saptıramazsınız; ancak cehennemi boylayacak olan başka” meâlindeki 162-163. âyetleri, kimlerin cehenneme gideceğinin “önceden” takdir ve tayin edilmiş olduğu şeklinde yorumlayarak bu âyetleri kendi kaderci görüşleri için kesin delil saymışlardır bilgi için bk. Râzî, XXVI, 169-171. Ancak kader meselesiyle ilgili olarak sadece belli âyetlere dayanmak suretiyle sonuç elde etmeye çalışmak son derece yanıltıcıdır. Zira Kur’ân-ı Kerîm’in bütünü dikkate alındığında hem küllî planda ilâhî irade, ilim ve kudretin mutlak kuşatıcılığını hem insanın belli davranışlarını seçip yapmada bir ölçüde özgür bırakıldığını, bunun da yine Allah’ın küllî yasası içinde değerlendirilmesi gerektiğini görürüz. Kurân-ı Kerîm’in Allah inancını ortaya koyan âyetleri, selim akla ve mümin kalbe, ilâhî kudret karşısındaki küçüklüğünü, aczini ve sınırlılığını hissettirir. Böylece insan, bu üstün kudretin korumasına, inâyetine ve hidayetine muhtaç olduğunun bilincine varır. Öte yandan bir inanç, ahlâk ve aksiyon varlığı olarak insandan söz eden âyetlere baktığımızda kendi aklî ve ahlâkî kapasitemizin farkına varır; bu âyetlerin bizi, Allah’a, hemcinslerimize, canlı ve cansız tabiata karşı nasıl bir tavır takınmamız gerektiği konusunda karar verme ve seçim yapma imkânına sahip, hür ve yükümlü varlık olarak değerlendirdiğini görürüz. Başka âyetler gibi konumuz olan âyetleri de Kur’an’ın bu bütüncül bakışını dikkate alarak kavramaya çalıştığımızda daha sağlıklı sonuçlar çıkarmamız ve onlardan kendimiz için daha isabetli dersler almamız mümkün geçen “onu” zamirini Allah’a ait kılarak, “Samimi kulları ile Allah’ın arasını bozamazsınız” şeklinde çevirmek de başında Allah’ın huzurunda O’na ibadet etmek ve buyruklarını almak üzere sıra sıra dizilen meleklerden söz edilmişti. Burada aynı şey meleklerin ağzından ifade edilmektedir. Amaç putperestlerin, önceki âyetlerde söz konusu edilen melek telakkisinin yanlışlığını, meleklerle Allah arasında bir nesep ilişkisi değil rab-kul ilişkisi bulunduğunu ortaya koymaktır. 166. âyet, Allah nezdinde meleklerin farklı derecelerde ve değişik görevlerle yükümlü olduklarını ifade etmektedir Râzî, XXVI, 171. “Ve biz, kuşkusuz Allah’ı tesbih ederiz” cümlesi bu bağlamda özellikle şu anlama gelir Putperestlerin melekleri Allah’ın kızları sayması, Allah ile görülmez varlıklar arasında bir akrabalık bağı kurmaları gibi insanlar tarafından ileri sürülen ve asla yüce Allah’ın şanına yakışmayan her türlü isnatlardan, yakıştırmalardan Allah’ı tenzih eder; O’nu zatına lâyık olduğu şekilde anarız bk. Şevkânî, IV, 475; İbn Âşûr, XXIII, 192. Meleklerin saf saf dizilişinden söz eden 165. âyette müslümanların namazlarında saf tutmalarının melekleri andırdığına da bir ima vardır. Nitekim Hz. Peygamber, müslümanların başka ümmetlerden üstün olduklarını gösteren özelliklerden birini şöyle ifade etmiştir “Saflarımız meleklerin safları gibidir” Müslim, “Mesâcid”, 4. Hz. Ömer’in de cemaatle namaza dururken, “Ey insanlar! Saflarınızı düzeltin; Allah, sizin meleklere benzemenizi istiyor” dedikten sonra bu âyeti okuduğu, safların iyice düzeltildiğini görünce namaza başladığı rivayet edilir Taberî, XXIII, 112.“Kitap” diye çevirdiğimiz 168. âyetteki zikirden maksat, Allah tarafından gönderilmiş uyarıcı, aydınlatıcı, yol gösterici metinlerdir. Öyle anlaşılıyor ki meleklerle ilgili telakkilerine yöneltilen eleştirilerde olduğu gibi Kur’an’ın yaptığı açıklamalarla inanç ve anlayışlarının ne kadar sakat olduğunun farkına varan, eleştiriler karşısında haklı ve geçerli cevaplar bulamayan putperestler, kendilerinin Tevrat, İncil gibi eskilere gelmiş olanlara benzer bir kitaba sahip olmamalarını mazeret olarak göstermişlerdir. Ancak bu iddialarıyla iyice çelişkiye düşüyorlardı. Zira kendilerine böyle bir kitabın âyetleri peş peşe geliyor, Hz. Peygamber bu âyetleri her gün onlara duyuruyor, bu âyetlerde “Allah’ın hâlis kulları” olmaları için gerekli bütün bilgiler, uyarılar yer alıyor ama onlar bu âyetleri inkâr ettikleri gibi peygamberi susturmak için mümkün olan her çareye başvuruyor, Kur’an’ın sesini boğmak için türlü tuzaklar kuruyorlardı bk. Fussılet 41/26.Kur’an, hakkın bâtılı yendiğini, bâtılın yenilgiye mahkûm olduğunu bildirir İsrâ 17/81. Peygamberler inanç ve yaşayışta hakkın temsilcileri, hak yolunun davetçileridir. Şu halde zafer peygamberlerin ve onların temsil ettiği tevhid inancına, üstün ahlâka dayalı dinin olacak; “Allah’ın ordusu” yani peygamberler ve onların yolunu izleyenler, bâtıl ve dalâletin temsilcileri olan inkârcılara, putperestlere, hak ve adalet yolundan sapmışlara karşı galip geleceklerdir. Hayatın ârızî şartları veya inananların kendi kusurları yüzünden yahut Allah’ın bir imtihanı olarak zaman zaman aksi görülse de Allah’ın vaadi, dolayısıyla genel yasası budur. Allah, geçmişteki peygamberlere bunu müjdelemiştir ve bu müjde her dönem için geçerlidir; çünkü Râzî’nin deyimiyle, “Hayır dâimî, şer ârizîdir ve dâimî olan ârizî olandan daha güçlüdür” XXVI, 172. Böylece bu âyetlerde Kur’an’ın birçok defa tekrarladığı ifadeyle, “inanıp iyi ve erdemli işler yapanlar”a inanç, güven, kararlılık ve iyimserlik telkin inkârcıların inatçı, kaba davranışlarına, davetini şuursuzca reddetmelerine karşı sabırlı olması, bir süreye kadar onları kendi halleriyle baş başa bırakması istenmektedir. Bu “bir süre” hakkında “onlar ölünceye kadar, Bedir zaferine kadar, kıyamete kadar” gibi farklı açıklamalar yapılmışsa da Taberî, XXIII, 115; İbn Atıyye, IV, 490 bunu belli bir zaman olarak görmeyip burada putperestlerin sapkınlık ve azgınlığının ilânihaye sürüp gitmeyeceğine, –önceki âyetlerde de belirtildiği üzere– sonlarının yakın olduğuna, günün birinde mutlaka putperestliğin sonunun geleceğine bir ima yapıldığı şeklinde düşünmek daha isabetli olur. “Hallerini gör onların; ileride kendileri de görecekler!” meâlindeki 175. âyet de inkârcılara yönelik olarak ileride başlarına yenilgi, ölüm, esirlik gibi nice hallerin geleceği şeklinde bir uyarı ve tehdit anlamı taşımakta; o zaman müminlerin sevineceğine, münkirlerin üzüleceğine işaret edilmektedir Râzî, aynı yer; İbn Âşûr, XXIII, 196.Başka birçok âyette de belirtildiği üzere Hz. Peygamber, zulümlerini, günah ve isyankârlıklarını devam ettiren putperestleri, ileride bütün bu tutum ve davranışlarının hesabını vereceklerini ve cezasını çekeceklerini bildirip uyardıkça onlar, “Şu dediklerin bir an önce gerçekleşse de görsek!” gibi alay yollu sözler ederlerdi. Burada şimdi cezanın çabuklaştırılmasını isteyenlerin, uyarılara aldırış etmeyenlerin, vakti geldiğinde “sabahlarının çok kötü olacağı” bildirilmektedir. Sabah kelimesine dayanarak, inkârcıların beklenen ceza ile sabah vaktinde karşılaşacakları söylenmişse de bu bağlamda “uykudan uyanma” anlamında bir mecaz olduğu, buna göre âyetin ilgili cümlesinin, “Uyarılmış olanların uyanmaları çok kötü olacaktır!” mânasına geldiği anlaşılmaktadır. Bir yoruma göre 175. âyet, inkârcıların dünyada uğrayacakları yenilgi ve sıkıntılarla, bir kelime eksiğiyle onun tekrarı olan 179. âyet ise âhirette uğrayacakları azapla ilgilidir Şevkânî, IV, 476Sûrenin bu son âyetlerinde yüce Allah, putperestlerin sûre boyunca üzerinde durulup eleştirilen tanrı telakkilerinden, O’na isnat ettikleri yanlış nitelemelerden zatını tenzih etmekte; bir kısmına yukarıda işaret edilen peygamberlerini selâmla anmaktadır. Bu âyetler, Allah’ı takdis ve tenzih ederek övgüyle anmanın ve peygamberleri yâdetmenin en güzel ifadeleri olduğu için, özellikle Kur’an’dan bir parça okunduktan ve dua edildikten sonra bu üç âyetin okunması müslümanlar arasında gelenek halini almıştır. Abdulbaki Gölpınarlı Ve onu yüz bin kişiye, yahut daha da artmakta olan bir topluluğa peygamber olarak gönderdik. Abdullah Parlıyan Bu hadiseden sonra, Yunus'u kaçıp geldiği kavmine gönderdik. Onların nüfusu o gün için, yüzbin veya daha fazla idiler. Adem Uğur Onu, yüz bin veya daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik. Ahmed Hulusi Onu Yunus'u yüz bin kişiye yahut daha da fazlasına irsâl ettik. Ahmet Tekin Onu yüz bin veya daha çok kişiye özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere peygamberlik görevi ile gönderdik. Ahmet Varol Ve onu yüz bin kişiye hatta daha fazlasına peygamber olarak gönderdik. Ali Bulaç Onu yüz bin veya sayısı daha da artan bir topluluka peygamber olarak gönderdik. Ali Fikri Yavuz Biz onu yüzbine, hatta daha ziyadesine peygamber göndermiştik. Ali Ünal Ve O’nu sayıları yüz bine ulaşan, hattâ gittikçe artan halkına yeniden gönderdik. Bayraktar Bayraklı Onu, nüfusu yüzbin veya daha fazla sayıda olan bir topluma peygamber olarak gönderdik. Bekir Sadak Onu, yuzbin veya daha cok kisiye peygamber olarak gonderdik. Celal Yıldırım Ve onu yüzbin veya daha fazla bir topluluğa peygamber olarak gönderdik. Cemal Külünkoğlu Biz onu yüz bin yahut daha fazla insana peygamber olarak gönderdik. Diyanet İşleri eski Onu, yüzbin veya daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik. Diyanet Vakfi Onu, yüz bin veya daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik. Edip Yüksel Biz onu yüz bin veya daha çok kişiye gönderdik. Elmalılı Hamdi Yazır Ve onu yüz bine Resul gönderdik ve hattâ artıyorlardı Erhan Aktaş Onu, nüfusu yüz binden fazla bir halka Rasul olarak gönderdik. Gültekin Onan Onu yüz bin veya sayısı daha da artan bir topluluka peygamber olarak gönderdik. Hakkı Yılmaz Ve o'nu, yüzbin hatta daha çok kişiye elçi olarak gönderdik. Harun Yıldırım Onu, yüz bin veya daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik. Hasan Basri Çantay Onu yüz bine peygamber gönderdik. Hattâ artıyorlardı da. Hayrat Neşriyat Ve onu yüz bin kişilik bir topluluğa veya daha da artmakta olanlarapeygamber olarak gönderdik. İbni Kesir Onu yüz bin veya daha fazlasına elçi gönderdik. İskender Evrenosoğlu Ve onu yüz bin veya daha fazla kişiye, resûl olarak gönderdik. Kadri Çelik Onu, yüz bin veya daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik. Mehmet Ali Eroğlu Ardından onu yüz bin ve artan sayıda topluluğa peygamber olarak göndermişizdir. Mehmet Okuyan 181 Gönderilen bütün elçilere selam olsun! Metin Durali Biz onu Yunus’u yüz bin veya daha çok insana ELÇİ olarak gönderdik. Allah; Yunus’un sağlığına kavuşmasını sağladı ve onu bir kavme Nebi-Elçi olarak gönderdi. Yani Yunus kendi doğduğu, yaşadığı kavimde ELÇİ lik yapmamış o kavimden kaçtıktan sonra gemide kürek mahkûmu olarak uzun zaman kaldıktan sonra oradan kurtarılıp bir kavme Nebi-Elçi olarak gönderilmiştir. Detaylı açıklama için Muhammed Celal Şems Biz onu yüz bin kişiye gönderdik. Hatta sayıca çoğalmaktaydılar. Muhammed Esed Ve onu bir kez daha kendi halkına, yüz bin veya daha fazla kişiye gönderdik. Mustafa Çevik 145-148 Daha sonra Biz Yunus’u bitkin bir vaziyette sahile attırdık, güneşten korunması için de başına geniş yapraklı bir ağaç diktik. Kendini toparlayınca da onu tekrar umudunu kesip terk ettiği ve nüfusu da yüz binden fazla olan kavmine gönderdik, o da kavmini tekrar yaratılış sebepleri olan hakikate çağırmaya devam etti. Bu sefer kavmi ona inanıp, davete iman ederek yaşamaya başladı. Biz de onları dünya nimetlerinden bol bol yararlandırdık. Mustafa İslamoğlu Yine onu yüz bin, hatta daha fazla kişiye yeniden elçi gönderdik. Ömer Nasuhi Bilmen 147-148 Ve O'nu yüz bin ve daha artar olana böyle bir kavme peygamber gönderdik. Nihâyet imân ettiler, artık onları bir müddete kadar geçindirdik faidelendirdik. Ömer Öngüt Onu yüzbin veya daha fazla bir topluluğa peygamber olarak gönderdik. Şaban Piriş Sonra da onu yüz bin kişiye veya daha fazlasına göndermiştik. Sadık Türkmen Onu yüz bin kişiye veya daha fazla bir topluluğa elçi gönderdik! Seyyid Kutub Ve onu yüz bin insan ya da daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik. Suat Yıldırım Biz onu yüz bin nüfuslu bir şehre göndermiştik, hatta gittikçe nüfusları artıyordu da. Süleyman Ateş Ve onu yüz bin insana ya da daha fazla olanlara elçi gönderdik. Süleymaniye Vakfı Onu yüz bin, hatta daha çok kimseye elçi göndermiştik. Tefhim-ul Kuran Onu yüz bin olan veya sayısı daha da artan bir topluluka peygamber olarak gönderdik. Ümit Şimşek Ve onu yüz bin, hattâ daha fazla kişiye peygamber gönderdik. Yaşar Nuri Öztürk Onu yüz bin kişiye yahut daha fazla olanlara elçi olarak gönderdik. 11 Mart 2020 Kuran'ı Kerim Saffat suresi 182 ayetten oluşan uzun bir suredir. Saffat suresi Allah’ın birliği konularını da anlattığı için okumak ve mealini bilmek, anlamak çok faziletlidir. Bir hadisi şerifte Yasin suresi ile beraber cuma günleri okunması tavsiye edilmiştir. Uzun bir sure olduğu için namaz suresi olarak geçmez ama okumak isteyenler, Saffat suresinin ilk 10 ayetini okuyabilirler. “Kim Yasîn ve Sâffât sûresini Cuma günü okur, sonra da Allahü teâlâdan dilekte bulunursa, Allahü teâlâ ona dilediğini verir.” Hadisi şerif; İbn-i Neccâr Tefsire göre Saffat suresinin konusu içerisinde Allah’ın birliği, ahiret hayatının gerçekliği, o hayatta neler olacağı, inkarcıların ahiretteki pişmanlıkları ve birbirlerini suçlamaları, Allah’ın samimi kullarının cennetteki mutlu yaşayışları hakkında bilgiler bulunur. Ayrıca Nûh, İbrahim, İsmail, İshak, Mûsa ve Harûn, İlyas, Lût ve Yunus peygamberlerin hayat hikayelerinin ibretli yanları ve Allah’ın onları yardımıyla desteklemesi anlatılır. Sâffât demek, “sıra sıra dizilenler, saf tutanlar”anlamına gelmekte ve tefsirciler tarafından melekleri ifade ettiği söylenmektedir. Sure Kuran’da 37. sıradadır ve 182 ayetten oluşur. Biz bu yazımızda sadece Saffat suresi ilk 10 ayeti okunuşu ve anlamını aktaracağız. Saffat Suresi ilk 10 ayet Okunuşu 1- Ve-ssâffâti saffân2- Fe-zzâcirâti zecrân3- Fe-ttâliyâti zikrân4- İnne ilâhekum levâhidun5- Rabbu-ssemâvâti vel-ardi vemâ beynehumâ ve rabbu-lmeşâriki6- İnnâ zeyyennâ-ssemâe-ddunyâ bizînetinilkevâkibi7- Ve hifzan min kulli şeytânin mâridin8- Lâ yessemme’ûne ilâ-lmele-i-l-a’lâ veyukżefûne min kulli cânibin9- Duhûrâans velehum azâbun vâsibun10- İllâ men hatife-lhatfete feetbe’ahu şihâbun śâkibun Anlamı 1, 2, 3, 4- Saf bağlayıp duranlara, haykırarak sevk edenlere ve zikri Allah’ın kelâmını okuyanlara andolsun ki, sizin ilahınız gerçekten bir tek O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Doğuların da Batıların da Biz en yakın göğü zinetlerle, yıldızlarla Onu itaatten çıkan her şeytandan 9- Onlar, yüce topluluğu ileri gelen melekler topluluğunu dinleyemezler. Kovulmaları için her taraftan taşa tutulurlar. Onlar için sürekli bir azap da Ancak onlardan söz kapan olur. Onu da delip geçen bir alev izler ve yok eder. AnasayfaLAHUTİYE DİLEK DUALARIİstek Ve Hacet DualarıSaffat Süresinin Fazileti Bu konu cemile tarafından 10 sene önce açıldı, 823 kere okundu ve Henüz Cevap Yok. cemile Üyelik Zamanı 10 sene önce Konu Sayısı 166 Yanıt Sayısı 541 Mekkede nazil olmuştur. 182 ayettik Kelime Sayısı 860, Harf sayısı 3826 dır. Saffat süresi; ismini birinci ayetteki saf tutmuş meleklerden bahsedilmesinden almıştır. 1. ayette saf saf olmuş ve ilahi emirleri bekleyen melekler – Saffat süresinin tamamını okumanın fazileti hakkında , Hz. İbni Abbas’ın anlattığına göre Resul-ü Ekrem Sallallahu Aleyhi Vessellem Efendimiz Hadisi Şeriflerinde şöyle buyurmuştur.” Her Kim, Cuma günü Yasin ve Saffat sürelerini okuyup sonra da Allahtan istek ve dilekte bulunursa, Allah CC o kimeye istidiğini ve dilediğini verir. Yani bu süreleri okuyanların dilekleri Cenabı Allah tarafından kabul edilir.– Geçim darlığı çeken bir kimse Saffat süresini 7 kere okuyup Cenabı Hak’ka dua ederse rızkı açılır, geçim sıkıntısından kurtulur.– Saffat süresinin son 3 ayetinin fazileti Bu üç süreyi okumanın fazileti hakkında Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vessellem”Her kim kıyamet günü tam ve mükemmel olarak dolu dolu ecir ve sevab almak isterse, Saffat Süresinin sonu olan bu üç ayeti kerimeyi her namazın sonunda okusun.” buyurmaktadırlar. Not Ben bu son üç ayeti kerimeyi Kuranı Kerim okunup Sadakallahülazim dedikten sonrada okunmasını Kuranı Kerim okuyan kardeşlerime nacizane tavsiye ediyorum. SelametleHavvas, sürelerin fazileti, dua kitabı SÂFFÂT Suresi Latin okunuşu 37 – SAFFATBismillahirrahmanirrahim 1. Vessaffati saffa 2. Fezzacirati zecra 3. Fettaliyati zikra 4. İnne ilaheküm le vahıd 5. Rabbüs semavati vel erdı ve ma beynehüma ve rabbül meşarık 6. İnna zeyyennes semaed dünya bi zınetinil kevakib 7. Ve hıfzam min külli şeytanim marid 8. La yessemmeune ilel meleil a’la ve yukzefune min külli canib 9. Dühurav ve lehüm azabüv vasıb 10. İlla men hatfel hatfete fe etbeahu şihabün sakıb 11. Festeftihim ehüm eşddü halkan em men halakna inna halaknahüm min tıynil lazib 12. Bel acibte ve yesharun 13. Ve iza zükkiru la yezkürun 14. Ve iza raev ayetey yesteshırun 15. Ve kalu in haza illa sıhrum mübın 16. E iza mitna ve künna türabev ve ızamen e inna le meb’usun 17. E ve abaünel evvelun 18. Kul neam ve entüm dahırun 19. Fe innema hiye zecratüv vahıdetün fe izahüm yenzurun 20. Ve kalu ya veylena haza yevmüd dın 21. Haza yevmül faslillezı küntüm bihı tükezzibun 22. Uhşürullezıne zalemu ve ezvacehüm ve ma kanu ya’büdun 23. Min dunillahi fehduhüm ila sıratıl cehıym 24. Ve kıfuhüm innehüm mes’ulun 25. Me leküm la tenasarun 26. Bel hümül yevme müsteslimun 27. Ve akbele ba’duhüm ala ba’dıy yetesaelun 28. Kalu inneküm küntüm te’tunena anil yemın 29. Kalu bel lem tekunu mü’minın 30. Ve ma kane lena aleyküm min sultan bel küntüm kavmen tağıyn 31. Fe hakka aleyna kavlü rabbina inna le zaikun 32. Fe ağveynaküm inna künna ğavın 33. Fe innehüm yevmeizin fil azabi müşterikun 34. İnna kezalike nef’alü bil mücrimın 35. İnnehüm kanu iza kıyle lehüm la ilahe illellahü yestekbirun 36. Ve yekulune e inna letariku alihetina li şaırim mecnun 37. Bel cae bil hakkı ve saddekal murselın 38. İnneküm lezaikul azabil elım 39. Ve ma tüczevne illa ma küntüm ta’melun 40. İlla ıbadellahil muhlesıyn 41. Ülaike lehüm rizkum ma’lum 42. Fevakih ve hüm mükramun 43. Fı cennatin neıym 44. Ala sürurim mütekabilın 45. Yütafü alyhim bi ke’sim mim meıyn 46. Beydae lezzetil lişşaribın 47. La fıha ğavlüv ve la hüm anha yünzefun 48. Ve ındehüm kasıratüt tarfi ıyn 49. Ke ennehünne beydum meknun 50. Fe akbele ba’duhüm ala ba’dıy yetesaelun 51. Kle kailüm minhüm innı kane lı karın 52. Yekulü e inneke le minel müsaddikıyn 53. E iza mitna ve künna türabev ve ızamen e inna le medınun 54. Kale hel entüm müttaliun 55. Fattalea fe raahü fı sevail cehıym 56. Kale tellahi in kidte le türdın 57. Ve lev la nı’metü rabbı leküntü minel muhdarın 58. E fe ma nahnü bi meyyitın 59. İlla mevtetenel ula ve ma nahnü bi müazzebın 60. İnne haza le hüvel fevzül azıym 61. Li misli haza felya’melil amilun 62. E zalike hayrun nüzülen em şeceratüzç zekkum 63. İnna cealnaha fitnetel liz zalimın 64. İnneha şeceratün tahrucü fı aslil cehıym 65. Tal’uha ke ennehu ruusüş şeyatıyn 66. Fe innehüm le akilune minha fe maliune minhel butün 67. Sümme inne lehüm aleyha le şevbem min hamum 68. Şümme inne merciahüm le ilel cehıym 69. İnnehüm elfev abaehüm dallın 70. Fe hüm ala asarihim yühraun 71. Ve le kad dalhle kablehüm ekserul evvelın 72. Ve le kad erselna fıhim münzirın 73. Fenzur keyfe kane akıbetül münzerın 74. İlla ıbadellahil muhlesıyn 75. Ve le kad nadana nuhun fe le nı’mel müccıbun 76. Ve necceynahü ve ehlehu minel kerbil azıym 77. Ve cealna zürriyyetehu hümül bakıyn 78. Ve terakna aleyhi fil ahırın 79. Selamün ala nuhın fil alemın 80. İnna kezalike neczil muhsinın 81. İnnehu min ıbadinel mü’minın 82. Sümme ağraknel aharın 83. Ve inne min şıatihı le ibrahım 84. İz cae rabbehu bi kalbin selım 85. İz kale li ebıhi ve kavmihı maza ta’büdun 86. E ifken aliheten dunellahi türıdun 87. Fe ma zannüküm bi rabbil alemın 88. Fe nezara nazraten fin nücum 89. Fe kale innı sekıym 90. Fe tevellev anhü müdbirın 91. Ferağa ila alihetihim fe kale e ela te’külun 92. Ma leküm la tentıkun 93. Ferağa aleyhim darbem bil yemın 94. Fe akbelu ileyhi yeziffun 95. Kale e ta’büdune ma tenhıtun 96. Vallahü halekkkaküm ve ma ta’melun 97. Kalübnu lehu bünyanen fe elkuhü fil cehıym 98. Fe eradü bihı keyden fe cealnahümül esfelın 99. Ve kale innı zahibün ila rabbı seyehdın 100. Rabbi heb lı mines salihıyn 101. Fe beşşernahü bi ğulamin halım 102. Felemma beleğa meahüs sa’ye kale ya büneyye innı era fil menami ennı ezbehuke fenzur maza tera kale ya ebetif’al ma tü’meru setecidünı in şaellahü mines sabirın 103. Felemma eslema ve tellehu lil cebın 104. Ve nadeynahü ey ya ibrahım 105. Kad saddakter rü’ya inna kezalike neczil muhsinın 106. İnne haza le hüvel belaül mübın 107. Ve fedeynahü bi zibhın azıym 108. Ve terakna aleyhi fil ahırın 109. Selamün ala ibrahım 110. Kezalike neczil muhsinın 111. İnnehu min ıbadinel mü’minın 112. Ve beşşernahü bi ishaka nebiyyem mines salihıyn 113. Ve barakna aleyhi ve ala ishak ve min zürriyyetihima muhsinüv ve zalimül li nefsihı mübın 114. Ve le kad menenna ala musa ve haun 115. Ve necceynahüma va kavmehüma minel kerbil azıym 116. Ve nasarnahüm fe kanu hümül ğalibın 117. Ve ateynahümel kitabel müstebın 118. Ve hedeynahümes sıratal müstekıym 119. Ve terakna aleyhima fil ahırın 120. Selamün ala musa ve harun 121. İnna kezalik enczil muhsinın 122. İnnehüma min ıbadinel mü’minın 123. Ve inne ilyase le minel murselın 124. İz kale li kavmihı ela tettekun 125. E ted’une ba’lev ve tezerune ahsenel halikıyn 126. Allahe rabbeküm ve rabbe abaikümül evvelın 127. Fe kezzebuhü fe innehüm le muhdarun 128. İlla ıbadellahil muhlesıyn 129. Ve terakna aleyhi fil ahırın 130. Selamün ala ilyasın 131. İnna kezalike neczil muhsinın 132. İnnehu min ıbadinel mü’minın 133. Ve inne lutal le minel mürselın 134. İz necceynahü ve ehlehu ecmeıyn 135. İlla acuzen fil ğabirın 136. Sümme demmernel aharın 137. Ve inneküm le temürrune aleyhim musbihıyn 138. Ve bil leyl e fe la ta’kılun 139. Ve inne yunüse le minel murselın 140. İz ebeka ilel fülkil meşhun 141. Fe saheme fe kane minel müdhadıyn 142. Feltekamehül hutü ve hüve mülım 143. Fe lev la ennehu kane minel müsebbihıyn 144. Le lebise fı batnihı ila yevmi yüb’asun 145. Fe nebeznahü bil arai ve hüve sekıym 146. Ve embenta aleyhi şeceratem miy yaktıyn 147. Ve erselnahü ila mieti elfin ev yezıdün 148. Fe amenu fe metta’nahüm ila hıyn 149. Festeftihim e li rabbikel benatü ve lehümül benun 150. Em halaknel melaiket inasev ve hüm şahidun 151. E la innehüm min ifkihim le yekulun 152. Veledellahü ve innehüm le kazibun 153. Astafel benati alel benın 154. Ma leküm keyfe tahkümun 155. E fe la tezekkerun 156. Em leküm sültanüm mübın 157. Fe’tu bi kitabiküm in küntüm sadikıyn 158. Ve cealu beynehu ve beynel cinneti neseba ve le kad alimetil cinnetü innehüm le muhdarun 159. Sübhanellahi amma yesıun 160. İlla ıbadellahil muhlesıyn 161. Fe inneküm ve ma ta’büdun 162. Ma entüm aleyhi bi fatinın 163. İlla men hüve salil cehıym 164. Ve ma minna illa lehü mekamüm ma’lum 165. Ve inna le nahnüs saffun 166. Ve inna le nahnül müsebbihün 167. Ve in kanu le yekulun 168. Lev enne ındena zikram minel evvelin 169. Lekünna ıbadellahil muhlesıyn 170. Fe keferu bih fe sevfe ya’lemun 171. Ve le kad sebekat kelimetüna li ıbadinel murselın 172. İnnehüm le hümül mensurun 173. Ve inne cündena lehümül ğalibun 174. Fe tevelle anhüm hatta hıyn 175. Ve ebsırhüm fe sevfe yübsırun 176. E fe biazabina yesta’cilun 177. Fe iza nezele bi sahatihim fe sae sabahul münzerın 178. Ve tevelle anhüm hatta hıyn 179. Ve ebsır fe sevfe yübsırun 180. Sübhane rabbike rabbil ızzeti amma yesfun 181. Ve selamün alel murselın 182. Vel hamdü lillahi rabbil alemın İlgili Diğer Konular Cevap Yok 1 sene önce Cevap Yok 2 sene önce Cevap Yok 3 sene önce 1 Cevap 3 sene önce 2 Cevap 3 sene önce Son Konular Dua ihtiyaci Lütfen gerçekten yardımcı olabilecek birileri ilgilenirse sevinirim…. eski üyeliğimi kurtaramıyorum Bu kolyede yazanlar bir koruma mı yoksa büyü mü? Allah rızası için yardım edin ………………………. ALLAH RIZASI İÇİN ,BİLDİKLERİNİZİ SÖYLEYİN Gizli muska buldum, büyü müdür bu? Dua edin bana.. .. 22731 Kayıtlı Üye 16516 Konu 143770 Cevap Son Üye Antoniozem Forumda Kimler Online Şu anda 1 kişi Online Misafir ADMINISTRATOR 3SÜPER MODERATÖR 9MODERATÖR 1

saffat suresinin 147 ayetinin fazileti